Salgının Dilinden Olasılıkların Tercümesi

Zaman çok hızlı akıyor artık. Biri bitmeden diğeri başlayan olağanüstü durumlardan, krizlerden kafamızı kaldıramıyoruz. Tek tek ülkelerde de değil üstelik, dalga dalga tüm dünyada eş zamanlı olarak. Emperyalist küreselleşme sürecinde oluşan bütünleşik dünya pazarı, yani üretim ve tüketim ağı, yani coğrafyaların yakınlaşması ya da gezegenin daha küçük bir yere dönüşmesi sadece meta dolaşımında değil virüs ve hastalıkların dolaşımında da geçerli elbette. Dünyanın bir ucunda çıkan bir virüs bir anda tüm dünyaya yayılıyor.

Salgında bir kez daha yaşlarına, cinsiyetlerine, iş kollarına göre adeta triyaj1 kurallarına tabi tutularak dünya işçi sınıfı ve ezilenlerinin yaşamlarına sermaye için değer üretme kapasiteleri ölçüsünde kıymet biçiliyor.

Adı süreç içinde değişen ve son haliyle SARS-CoV-2 olan virüs ve neden olduğu COVID-19 hastalığının ilk vakası Çin’de kayıtlara 1 Aralık 2019’da geçti.2 Virüs 18 yıl önce yaklaşık 8 aya yayılan ve 800’ün üzerine ölüme yol açan SARS salgını virüsüyle aynı virüs ailesinden bugüne kadar “keşfedilen” 7. virüstü.3 SARS gibi Çin’den yayılan salgın 4 aydan fazla süredir tüm dünyada yaşamın akışını, yani esasında meta üretimini ve dolaşımını sekteye uğratmış durumda. En az 187 ülkede 3 milyondan fazla vaka ve 230 binin üzerinde ölümle büyük bir insani kayba neden olan salgında4 ilk anda, Çin’in emperyalist hegemonya mücadelesinde artan gücüne karşı diğer devletlerin kayıtsızlık tavrı belirgindi. Çin’in egzotik hayvan tüketiminden tutalım5 da virüsün laboratuarda üretildiğine komplo teorileri bir yanda, ABD ile olan ekonomik savaşında Çin’in bir komploya maruz kaldığına, virüsün aslında ABD’den yayılmaya başladığına dair teoriler diğer yanda, kaynağı belirsiz, ırkçılıktan ve sansasyon arayışından beslenen açıklamalar yapıldı resmi kaynaklardan. Adım adım, Çin’den sonra İran, sonra da İtalya’da artan vakalarla Mart ayının ortasına gelindiğinde dünya çapında can kaybı hızla artmaya başladı. Dünya Sağlık Örgütü geç kalmış bir kararla 11 Mart’ta hastalığı salgın olarak ilan etti.6 Kayıtsızlık yerini bir tür kontrollü kaosa bıraktı. Devletleri harekete geçiren artan can kaybı değil, salgının ekonominin işleyişinde sadece belli sektörlerin ve belli ülkelerin kısa süreli etkilenmesi aşamasından çıkıp tüm sektörleri ve ülkeleri uzun süreli etkileyecek düzeye gelmesi oldu.

Salgın karşısında Küba gibi birkaç istisna dışında sağlık sistemleri son derece hazırlıksızdı ve kâr güdüsüyle hareket eden ilaç sektörü yıllardır bilinen bir virüs tipine dair yeterli araştırma yapmamıştı. Gelinen noktada ülkelerin salgın önlemlerini ise küresel ekonomide tuttukları yer ve ülkelerdeki sınıf mücadelesinin düzeyi belirliyor. Salgınla oluşan krizi küresel üretimdeki payını artırmak adına fırsata çevirmeye çalışan Türkiye gibi mali-ekonomik sömürge ülkeler çarkların salgın yokmuşçasına dönmesi için ekonominin can kayıplarından önemli olduğunu faşist devlet baskısını artırarak kabule zorlarken, ordu ve oligarşinin iktidara getirdiği Bolsonaro ya da yaşanan krizin üstünü gerici iç savaş kışkırtmalarıyla örtmeye çalışan Modi ya da yetkilerinin sınırlarını genişleten Orban gibi faşist liderler fırsatı tabanlarını örgütlemede görüyor. Keza Japonya’da OHAL ilanı uzatılırken Trump da Erdoğanvari bir söylemle Demokratların yönetimindeki eyaletlerdeki önlemleri aşırı olmakla eleştirip 6 ay kalan seçimler öncesi faşist bir taban hareketi geliştirmek istiyor. ABD ve AB, bir yandan salgınla kopan küresel tedarik zincirlerinin emperyalist küreselleşme ile Çin’e bu kadar bağımlı hale gelmesinden kurtulmanın arayışındayken bir yandan da ekonomik daralmayı sınırlı tutmak ve halkın tepkisini sınırlamak adına büyük devlet destekleri sunuyor. Salgının yayılmasının durdurulması ve hastaların tedavisi için açıklanan sosyal yaşamı kısıtlama planlarını çarkların dönmeye devam etmesini içeren ekonomik destek paketleri takip ediyor. Her daim ayrıştırılan ekonomi ve siyaset arasındaki ilişki, kriz anında aynı “paket”in konusu oluverince ezilenlerin gözünde de iyice açığa çıkıyor.

Salgının Dili

2008-09’dan bu yana uzun süreli krizinden çıkışını emeğin daha çok ve yoğun olarak sömürülmesinden başka bir yerde görmeyen sermaye bunu ancak emeğin doğayla kurduğu aracı ilişki üzerinden, doğanın daha fazla talanı üzerinden gerçekleştirebiliyor. İşte bu sömürü ve talan, sermayenin ekolojik rejimi, son büyük ekonomik krizini bir türlü aşamayan ve gezegensel sınırlara dayanan emperyalist kapitalizm, bugün artık süreklileşmiş krizlerin ve olağanüstü durumların olmadığı koşullarda düzenini sürdürme yeteneğini kaybetme aşamasına gelmiştir. Salgın sürecinde aksayan tedarik zincirleri ve bu nedenle çok düşük miktarda da olsa azalan karbon salınımlarıyla daha doğrudan bir bağla gündeme gelen aynı madalyonun iki yüzü bu küresel ekonomik ve ekolojik krizlerin, üretimin küresel ama emeğin ulusal ölçekte örgütlenişinin sonucu olarak daha önceleri ülkelerin emperyalist zincirdeki yerine göre farklı yaşanan işçi ve emekçiler üzerindeki etkileri dahi bugün artık ortaklaşma noktasına gelmiştir.

Emperyalist zincirin iki güçlü halkası ABD’nin aşırı piyasalaşan sağlık sisteminin çöküşüyle, Çin’in ise azgın doğa sömürüsüyle salgının en çok vurduğu ülkeler olması kapitalizmin tarihsel gelişiminde bugünkü aşamasının doğrudan bir sonucudur. 2008 krizinin “kazananı” denilebilecek Çin dahi bugünkü krizin sonuçlarıyla bocalamıştır.7 Bu kez kriz, emperyalist kapitalist sistemi “ya hep ya hiç” cenderesine hapsetmiştir. Naomi Klein, Felaket Kapitalizmi’nde değindiği krizlerin aşılması ve yeni bir sermaye döngüsüne girilmesi için emek ve doğa üzerindeki gerekli yıkıcı adımların şok doktrini yöntemleri ile uygulamaya sokmasının yeni olmadığını iddia ediyorsa da bu, artık sistemin işleyişinin normal bir parçası haline gelmiştir.

Ancak Klein’in iddia ettiğinden farklı olarak süreğen bir şok halinin sürdürülmesi için burjuva ideolojisinin yeni ve güncel araçları eline alması, yeni bir dil oluşturması gerekmektedir. COVID-19 salgını, kapitalist barbarlığın son görüngüsü, küresel kapitalizmin güncel saldırı aracıdır. Öyle ki, bilimsel çalışmaların son 20-25 yıldır salgınların kaçınılmazlığını bildirdiği bir dönemde gelip vurmuş olsa da, emeğin bir parçası olarak şekillendiği ve şekil verdiği doğaya yabancılaşmasının ideolojik tahribatı, kimilerinde salgının sorumlusu olarak bu düzeni değil, “insan”ı ya da “insanlığı” sonucunu doğurmuştur. Mesele bir kez böyle ortaya konulduğunda, salgın bir kez sınıf savaşımının yeni bir zemini olarak değil de, bir “süreç” yönetimi olarak ele alındığında hegemonyası sarsılmış burjuva ideolojisi çeşitli biçimleriyle kendini yeniden var edebilme imkânı bulur ve böylece somutta sömürü ve talan saldırısı arka planda sürmeye devam edebilir.

Devletler bu son 4 aylık dönemde “salgın yönetimi yerine vaka yönetimini (hastane merkezli tedaviyi) esas aldı, salgını sokağa çıkma yasakları ile gönüllü-karantina ile yönetmeye; insanları bulundukları binaya, beton yapıların içine ve bireyselliğe hapsederek aşmaya çalıştı.” 8 Bu süreçte karantinalar, sokağa çıkma yasakları, denetim teknolojileri Klein’in teorisini haklı çıkarırcasına hızla meşruiyet kazandı. Bunda aynı yöntemleri öneren halk sağlığı uzmanlarının bilimsel argümanları da etkili oldu. Kriz yönetiminde öyle büyük bir haber akışı ve bilgi yağmuru yaşanıyor ki “sosyal mesafelenme”den hangi test kitinin hangi aşamada sonuç verdiğine bir anda artan sağlık okur-yazarlığımız “iletişim çağı”nın nimetleriyle her an “sanal ortam”da önümüze geliyor.9 Teknik kavram ve yaklaşımlar krizin hangi açıdan tartışılırsa tartışılsın ana hattını belirler hale geliyor.10

Oysa aynı bilimsel dil salgının neden ortaya çıktığı konusunda kavramlar geliştirmiyor. Meslek örgütleri, sendikalar ve konu uzmanlık alanı olan kurumlar bu süreçte aldıkları tutumla salgının dilinin belirlenmesinde baş yerde duruyor. Bu dil meselenin çok boyutlu ele alınması ve önlemlerin toplumsal boyutlarının öne çıkmasının önüne geçerken “Özetle, bu tutumlar COVID-19 salgınını tıbbileştirmiş, uzmanlık bilgisine hapsetmeye çalışmıştır.” 8

Salgın halklar, cinsler, sınıflar ve bölgeler arasındaki eşitsizliği ve ayrımcılığı görünür hâle getirerek iktidarların “Biz bize yeteriz” ve “Aynı gemideyiz” söyleminin yaşamda bir karşılığı olmadığını ortaya koyarken düzeni topyekûn ekolojik bir eleştiriye tabi tutmayan ve çarenin bilimin çağrısına uymakla geleceğini öğütleyen bu dil kapitalizmin krizini yönetmesi için ona gerekli zamanı ve ideolojik desteği sunmaktadır. Bu nedenle Türkiye’deki faşist şeflik rejimini, bilimsel yaklaşımdan uzaklaştığı için eleştirmek, üstü örtük bir OHAL çağrısı yapmaya denk düşen bilimi politik bağlamında koparıp yalıtık ele alarak tam da yeni biyo-iktidar biçimlerine alan açan bir yaklaşımdır. Bu dilin alternatifi ancak salgını Marksist politik ekolojiyle analiz ederek günlük tartışmalara boğulmaktan kurtararak kurulabilir.

Salgının Politik Ekolojisi

Tüm zenginliğin kaynağı iki “ucuz” şey, emeğin sömürüsü ve doğanın talanı hiç bu kadar çarpıcı bir şekilde aynı olağanüstü durumun konusu olmamıştı belki de. Salgın bir yandan, doğa talanının doğrudan bir sonucu olarak öne çıkarken hayatta kalmak için emeğini satmak dışında seçeneği olmayanların her türlü emek sürecinin mekânı ve nesnesi olan doğayla etkileşimleri kendi yıkımına ve bu salgında olduğu gibi kitleler halinde ölümüne yol açıyor. Küresel çapta kendini döndüremeyerek ekonomik krize giren sermayenin tek seçeneği daha fazla talana ve sömürüye yönelmek, dolayısıyla bugünkü düzeyiyle küreselleşen bir ekolojik krize yol açmak oluyor. Endüstriyel tarım ve hayvancılık, ormansızlaştırma, kentsel dönüşüm, madenler, enerji santralleri, vd. ile ekosistemlerin sürekli tahribatına dayalı kapitalizmin yapısal olarak doyması mümkün değil. Bu nedenle de bu tür salgınlar, eş zamanlı olarak sağlık sistemini de çökerten günümüz kapitalizminin kaçınılmaz, durdurulması zor ve tekrar edecek gerçeğidir.

Evrimsel biolog, epidemiyolog ve filogeograf Rob Wallace, salgın virüslerinin kökeninin, yabanıl ekosistemlerin içine dalan endüstriyel tarım olduğunu, ekosistemler ve türler içerisinde/arasında yarılmalar yaratarak küresel bir salgının ortaya çıkışına zemin hazırladığını ve yeni çıkan patojenlerin yüzde 60’ının vahşi hayvanlardan yerel insanlara geçerek ortaya çıktığını belirtiyor.11 Colgate-Palmolive, Johnson&Johnson gibi şirketlerin bir yandan ormansızlaştırma ve endüstriyel tarıma yatırım yaparak bu tür salgınları tetiklerken diğer yandan eko-sağlık alanına yatırım yaparak sermaye ilişkilerini örten ve nedenleri yerli toplulukların “pisliği”ne bağlayan salgının dilini oluşturmada etkili olduklarını gösteriyor. 2008 krizinde devletin kurtardığı dev şirketlerden olan Goldman Sachs’ın kriz sonrasında, dünyanın en büyük domuz üretici ABD’li Smithfield Foods’un sahibi Çinli tarım şirketi Şuangyi’nin yüzde 60’ını satın aldığını, Wuhan’a yakın Hunan’da tavuk çiftliklerine yatırım yaptığını, salgının yayılmasının endüstriyel tarım ve hayvancılığın küresel sermaye akışındaki yeriyle bağı açısından kritik bir örnek olarak sunuyor. Marksist ekolojinin metabolik yarılma okulundan gelen Wallace ve arkadaşlarının analizi, emperyalist ülkelerle mali-ekonomik sömürgeler arasındaki (onun deyimiyle Küresel Kuzey ve Güney arasındaki) eşitsiz ekolojik mübadele artık öyle bir düzeye gelmiş durumdaki örneğin Latin Amerika’da Bolivya, Paraguay, Arjantin ve Brezilya sınırlarını aşan çokuluslu bir “soya fasulyesi cumhuriyeti”ni var ediyor. Bu şekilde ekolojileri ve siyasi sınırları aşan “emtia ülkelerinin” yarattığı metabolik yarılmanın salgının yapısal temelini oluşturduğunu belirten Wallace, yapısal çözümün, “patojenlerin en kötüsünü dahi daha ilk ortaya çıktığı yerde önleyerek ekoloji ve ekonomi arasındaki, kent, kır ve yaban arasındaki metabolik yarılmayı onaracak bir ekososyalizmin geliştirilmesinde” olduğunu öne sürüyor.12

Marksist kent bilimci ve tarihçi Mike Davis ise salgını geleneksel kent-kır ikilliği üzerinden tartışmanın yetersizliğine değiniyor. Davis’e göre tarımın metalaşmasıyla kentleşen kırın, küresel meta zincirinin sadece tarım ürünleri açısından bir parçası olmaktan çıktığını ve bu nedenle bu tür yeni patojenlerin artık kapitalist üretimin sınırlarında ve yabanıl ekosistemlerin iç bölgelerine uzanan uç bölgelerde kalmanın ötesine geçtiğini açıklıyor. Salgından en çok etkilenen ABD için “Tıbbi bir Katrina Kasırgası’nın ilk aşamalarındayız. Kuş gribi ve diğer salgın hastalıklarla ilgili yıllardır yapılan uyarılara rağmen solunum cihazları gibi temel acil durum ekipmanları beklenen kritik vaka seliyle başa çıkmak için yeterli değil” yorumunu yapan Davis, Covid-19 aşısının büyük ilaç firmalarının bugüne kadar kârlı görmediği için yapmadığı yeni antibiyotik ve antiviral çalışmalarına bağlı olmasını ise“En büyük 18 ilaç şirketinden 15’i bu alanı tamamen terk etti. Kâr getirmede hastane enfeksiyonlarına, yeni ortaya çıkan hastalıklara ve geleneksel öldürücü tropik hastalıklara karşı savunma değil de kalp ilaçları, bağımlılık yapan sakinleştiriciler ve erkek iktidarsızlığı tedavileri lider” sözleriyle eleştiriyor. Davis, salgınlara karşı çözüm konusunda Rob Wallace ile benzer bir sonuca ulaşıyor ve “Gerçek anlamda uluslararası bir halk sağlığı altyapısının yokluğunda kapitalist küreselleşme artık biyolojik olarak sürdürülemez gibi görünüyor. Fakat böyle bir altyapı, halk hareketleri, büyük ilaç firmaları ve kâr amaçlı sağlık hizmetlerinin gücünü kırana kadar asla var olmayacak.”13 diye belirterek salgınla mücadelenin politik bir mücadele olduğunu vurguluyor.

Bazı Marksist Yaklaşımlar

Naomi Klein’in felaket kapitalizmi ve şok doktrini teorilerinin benzeri Marksist bir coğrafyacı olan Harvey’in mülksüzleştirme yoluyla birikim kavramında da görülür. Bu kavramla Harvey, kapitalizmin 70’lerdeki krizinin ardından çeşitli biçimlerde ama özellikle de özelleştirmelerle eğitim, sağlık, su, vb. hizmetlerin bir sermaye yatırım ve dolayısıyla birikim alanına dönüşmesini, Marx’ın ilkel birikim dediği sürecin tek seferlik bir süreç olmadığını ve sermayenin yeni birikim modelinin artık “yeni emperyalizm” denen dönemde bu olduğunu ifade ediyordu. 70’lerden beri dalgalı bir seyir izleyen küresel kapitalizmin kronikleşmiş aşırı birikim krizini aşamadığını belirten Harvey’e göre “mal ve hizmet ticareti daima yer değişiklikleri gerektirmekte, bu da doğrudan ülkesel ve mekânsal işbölümüne zemin hazırlamaktadır. Bu mekân arayışı/ihtiyacı, kapitalist faaliyetin coğrafi genişleme arayışı/ihtiyacına karşılık gelmektedir.”14 Kapitalist birikimin yeni mekân ihtiyacına denk düşen coğrafi genişleme bu mekânı sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda üretir. Wuhan’da ya da Amazonlar’da ormanlık alanların içlerine kadar yayılan endüstriyel tarım arazileri tam da bu mekan üretiminin sadece bir örneğidir. Belirli bir coğrafi alanda birbiriyle buluşamayan artık emek ve sermaye anlamına gelen aşırı birikim krizinin çözümü için Harvey’e göre iki yol vardır: “(a) Mevcut aşırı sermayenin, dolaşıma daha makul bir gelecekte tekrar girmesi için uzun dönemli sermaye projeleri veya sosyal harcamalara (eğitim ve araştırma gibi) yatırım yapma yoluyla zamansal bir yer değiştirme. (b) Herhangi başka bir yerde yeni pazarlar, yeni üretim kapasiteleri, yeni kaynaklar, toplumsal olanaklar ve emek olanakları açmak yoluyla mekânsal yer değiştirmeler. (c) (a) ile (b)’nin bir bileşimi” yolları ile bu artıkların emilmesi.15 Harvey mekânsal yer değiştirmenin uzun dönemli fiziksel ve toplumsal dönüşümler gerektirdiğinden kendisini döndürmesinin çok uzun zaman alacağını belirterek 70’lerden beri gelen süreci başarısız mekânsal-zamansal sabiteler/onarımlar (fixes) süreci olarak görür. Bu nedenle de bu iki yolun yanına mülksüzleştirme yoluyla birikimi koyar ve Marx’ın sermayenin kendi kuralları içinde yeniden üretimini gerçekleştirmesinin koşullarının olmadığında şiddete dayalı ilkel birikimin yeniden gerçekleşebileceğini varsaymadığını iddia eder. Mülksüzleştirmede esas mesele sermaye fazlasının realize edilmesi olduğundan süreç canlı emeğin doğrudan sömürüsüne dayanmaz.

Esasen bir coğrafyacı olan Harvey, bu “yeni emperyalizm” döneminin aynı zamanda sermaye birikim merkezinin önce Avrupa’dan ABD’ye ve şimdi de ABD’den Çin’e doğru kayma süreci olduğunu belirtir. Rosa Luxemburg’un eksik tüketimciliğinden beslenerek aşırı birikim krizinin sermayenin aşırı birikiminden değil, arzı karşılayacak talebin yetersizliğinden kaynaklandığını belirten Harvey ya kapitalizme kapitalist dışı bir alan arar (ki bunun sınırları vardır ve tamamı kapitalistleşmiş dünyada buna çoktan gelinmiştir) ya da doğanın daha önce görülmedik düzeyde talanına girişileceğini söyler, yani mekânsal bir onarıma başvurur. Bu açıdan bakıldığında COVID-19 salgınına hem mekânsal-zamansal sabite açısından yaklaşıldığında Harvey’in teorisinin güncel olduğu iddia edilebilir.

Ancak Harvey’in “yeni emperyalizm” teorisi sermayeyi fazlasıyla coğrafi bir kavram olarak ele alarak onu üreten karşıtından bağımsız ele almaktadır. Örneğin, bütün dünyadaki neoliberal politikalar dönemine rağmen sermayenin küreselleşmesi önündeki en büyük engelin ulus devletlerin coğrafi sınırları olduğunu iddia ederken ülkelerdeki sınıf mücadelelerini bu engeller içinde saymaz. Hizmet olarak belirttiği emek gücünün yeniden üretilmesi için gerekli toplumsal ihtiyaçların doğrudan sınıf mücadelesinin o anki düzeyiyle belirlenmesi ve sermaye açısından ne kadarının sermaye maliyeti ne kadarının dışsallaştırılmış bir maliyet olduğuyla ilgilenmez. Emek gücünün toplumsal yeniden üretiminde temel ihtiyaç olarak ele alınan bu ihtiyaçların sadece emek gücünün biyolojik ihtiyaçlarını, biyolojik yeniden üretilmesini içermediği, temel ihtiyaçların doğrudan sınıf mücadelesinin bir konusu olarak ele alınışı Harvey’de yoktur. Bu nedenle mülksüzleştirme yoluyla birikim modeli ve mekânsal onarım her ne kadar sermayenin o anki hareket tarzını betimlese de daha çok sınıf mücadelesinde işçi sınıfının geri çekilişini, dolayısıyla da işçi sınıfının doğayla kurduğu ilişkideki yabancılaşma düzeyini belirtir.

Harvey’in “yeni emperyalizm”in bir tür yeni-Keynesçilikle “barışçıl” bir döneme gireceğini iddia etmesi yine Naomi Klein’ın ABD’de Demokrat Parti başkanlık adaylığı için yarışan “demokratik sosyalist” Bernie Sanders için yürüttüğü Yeşil Yeni Anlaşma’nın (YYA) kapitalizmin bu birikim krizine çare olacağını düşündüğü anlamına gelir. Oysa, YYA tam da Harvey’in zamansal-mekansal onarımına uygun olarak sermayenin krizine ancak geçici, öteleyici bir çözüm olabilir, ki bunu YYA’da yer alan altyapısal dönüşümün yanı sıra mevcut ekolojik krizin yaratacağı yıkımın, yeni sermaye yatırım alanları oluşturacağını varsayarak dahi iddia etmek mümkün. Çünkü bugün mali sermaye olarak birikmiş artık sermaye, hem kârlılığı yeni türetilmiş toplumsal ihtiyaçların16 üretiminden düşük olan tüm bu yeni yatırım alanlarına yönelmekten imtina edecek hem de yönelse bile bu artık sermayenin miktarı bu alanlarda yeni bir döngü oluşturamayacak kadar büyük kalacak. Yükselen iklim hareketi ve isyan dalgaları hesaba katılsa dahi, sermaye rekabeti sonucu gelinen üretim verimliliği düzeyi ve bu altyapısal dönüşümün dayanacağı teknolojik gelişkenlik kronik işsiz nüfusu massetmekte yetersiz kalacak.

Harvey’in kıyamet tellallığı yapmakla suçladığı, YYA’yı bir başlangıç adımı olarak gören ve mali sermayeyi ikna etmekle ilgili aynı çekinceleri taşıyan Marksist ekolojist John Bellamy Foster ise ekolojik kriz analizini Marx’ın metabolik yarık17 kavramına dayandırırken günümüzü “Antroposen çağı” olarak adlandırıyor. COVID-19 salgının da kapitalist toplumsal ilişkilere içkin olan ekosistemlerde yaratılan metabolik yarılmadan kaynaklandığını belirtiyor. Küresel ekolojik krizi ve ekonomik krizi, sermayenin yapısal krizinin diyalektik olarak birbirine bağlı iki unsuru olarak gören Foster, insanlığın önünde yok oluş ya da devrim seçenekleri dışında bir seçeneğin kalmadığını ve kapitalist sistemden devrimci bir kopuş için harekete geçirecek bir cesaretin gerekliliğini vurguluyor.

2015 ve 2017’de çıkardığı iki kitapla18 güncel Marksist ekoloji tartışmalarında önemli bir yer tutan Jason W. Moore ise Foster’ın metabolik yarılma teorisine, bu yaklaşımın insan-doğa ilişkisinde kartezyen bir ikiliği yaratması nedeniyle karşı çıkıyor. Bir yarılmadan bahsedilecekse bunun toplum/toplumsal yaşam ile doğa arasında değil, insan ile insan-dışı arasında olduğunu iddia ediyor. Doğa-toplum ikiliğine karşı sermayenin insanla “yaşam ağı” arasındaki ilişkiyi kontrol ettiği bir “dünya-ekolojisi” kavramını kullanan Moore bu kavramın kapitalizmin çevresel tarihinin ırk, toplumsal cinsiyet, sınıf gibi dünya tarihsel bir yorumu için gerektiğini savunuyor. Bir doğa bilimi olan jeolojiden türeyen Antroposen kavramsallaştırmasının kapitalist üretim tarzını kökten eleştiren sosyal bilimlerin yokluğunda ekolojik krizin sorumluluğunu doğanın kör güçlerinden alıp insanın üzerine bıraktığını ve bunun da sistemin sorumluğunu yok saydığını belirterek dönemselleştirmede “Kapitalosen” adını öneriyor. Moore, kapitalizmin tarihinin 7 şeyi, yani doğa, para, emek, bakım, gıda, enerji ve yaşamın ucuzlatılmasıyla aşılan krizler tarihi olduğunu belirtip artık doğanın ve emeğin ucuz tutulamayacağı bir aşamaya gelindiğini iddia ediyor.19

Marksist ekolojide iki ayrı okulu (metabolik yarılma ve dünya-ekolojisi) temsil eden bu iki Marksist ekolojistin ilkinde kapitalizmin sınıra dayandığı ve gerekli çapta müdahale edilmezse yok oluşa gidildiği vurgusu yapılıyor. Devrim için pratikle bağı zayıf bir reçete önerisi (cesaret ve örgütlenme) yaparak sadece çağrı düzeyinde kalıyor. İkincisinde ise kapitalizmin dünya-ekolojisini kontrol ettiği ve krizlerini aşmak için bu kontrol kapasitesini bugüne kadar kullansa da artık bunun sonuna gelindiği ama her yeni krizin yaşam ağını yeniden düzenlemek için bir fırsat tanıdığı belirtiliyor. Marksist ekolojiye sadece Marx’ın yazdıklarının yorumlanmasının ötesinde yeni bir yorum katan bu okul, sermayenin her zaman bir büyük planı olduğu anlatısına yer vererek devrimci kopuşa az alan bırakan yorumlar içeriyor. Yine de salgını, emperyalist kapitalizmin geldiği düzey açısından, yani çağın koşulları açısından metabolik yarılma teorisinden daha bütünlüklü ele alan bir yaklaşım sunuyor.

Olası Gelecekler Sorunu

Son 4 aylık hafızamız, geçen yılki küresel ayaklanma dalgasının üstüne eklenerek bize bir şeylerin kökten değişmek üzere olduğuna dair çok fazla veri sundu.20 Salgın sürecinde tamamen duran uçuşlara rağmen küresel yıllık salımların %5 azalacağı tahmin ediliyor. Türkiye’de ise insanların evde daha fazla vakit geçirmesiyle artacağı düşünülen elektrik tüketimi azalan ihracatın etkisiyle yavaşlayan üretimin bir sonucu olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verilerine göre Nisan ayında yüzde 15,4 azaldı.21 Yine, Science of the Total Environment dergisinde yayımlanan araştırmaya göre İtalya’nın 66 bölgesinde, İspanya, Fransa ve Almanya’da görülen COVID-19 ölümlerinin %78’i hava kirliliğinin en yoğun olduğu beş bölgede yaşandı.22 Salgın küresel ekolojik krizi, iklim krizini önümüzdeki en acil sorun olmaktan çıkarmadı. Aksine örnek verilerdeki gibi bireysel tutumlarla sistemin işleyişine etki etmedeki sınırlılıklar su yüzüne çıktı. Ekolojik yıkımın bir sonucu olan salgına iklim krizinin pozitif bir geri besleme mekanizması olduğu görüldü.

Yoğun bir “olası gelecekler” tartışması düşünsel üretimin baş konusu oldu bu süreçte. Olası gelecekleri tartışırken ise bugün olan bitenden insanları nasıl “sağ” çıkacağına dair uzmanların ürettiği teknik bilginin ve genel politik ajitasyonun ötesinde çok az şey ortaya konabildi. Bugün “ana akım” düşünürler arasında komünizmi ya da çeşitli barbarlık biçimlerini tariflemek, yeni otoriter rejim teorileri geliştirmek ve olasılıklar arasında tahminler yapmak ne kadar yaygınsa devrimin nasıl olabileceğini düşünmek, onun olası biçimlerini, dünya devrimine gidiş sürecini incelemek de o kadar nadirdir. Salgının toplumsal yaşamın her alanına dair psikolojik, sosyolojik, vs. her yönü didik didik edilirken bunların politik özne oluşumuna etkisine dair hiçbir şeyin söylenmemesi de yine tipiktir.

İsviçreli Marksist sosyolog Razmig Keucheyan Aklın Sol Yarısı çalışmasında 20. yy başında Marksist teorisyenlerin aynı zamanda devrimci örgütlerde örgütlü olduklarını hatta örgüt önderleri olduklarını belirtir. 60’lardan sonra ise giderek bu durum değişir ve Marksist teorinin gelişimine yön veren devrimci örgütlerde örgütlü düşünür sayısı azalır. Bugün, salgın sürecini Marksist açıdan ele alan çok okunan düşünürlerin meseleyi ekolojik ve ekonomik krizle, emperyalizm teorileriyle, olası gelecekler üzerine düşüncelerle irdelemesi ve devrimi bireysel çağrılarıyla sınırlı tutması çok çarpıcı bir şekilde ortada durmaktadır. 23 Devrimci örgütlerde teorik çalışma yapan Marksistlerin, burjuva ideologlarının yanı sıra daha çok akademiye sıkışmış bu kesimle de yüzleşmesi, ideolojik olarak alt edebilmek için eleştirilerini “politik” olanın dışına taşırmaları, burjuva ideolojisinin denize düşen yılan misali sarıldığı bilimsel söylemin öne çıktığı böyle bir dönemde etkili bir propaganda için şart görünmektedir.

Bugün “yıkımsız asla” diyen bir sistemle 2 dereceyi aşan bir küresel ısınmaya doğru gidiyoruz. Kontrollü kaosun devamı demek milyonların ya doğal felaketlerden ya da açlık ve devlet zorundan ölmesi demek: “Çünkü artık açıkça, ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ ile ‘yarın çok geç olacak’ arasında bir noktadayız.” Ekolojik krizin, doğal felaketlerin düzeyiyle ilgili bir zaman sınırı koyuyor olması, vurguladığı aciliyet, tam da işte bu ölümü göze alınmış ezilenlerin yeni toplumsal hareketlerini, bu canlı/diri dinamikleri hızlı sıçramalara hazır hale getiriyor. Doğanın yıkımıyla sermayenin emek sömürüsünün ya da erkek egemenliğin cins sömürüsünün aynı nesnel zeminden doğduğu salgın gibi olağanüstü durumlarda iktidarların somut politik adımların mahiyetiyle kitleler nezdinde son derece yalın bir şekilde görünüyor. Kitleleri sosyalizme yönlendirme görevi bu kendiliğinden yönelişle yerini bu nesnel zemini, sermayeyi durdurma potansiyelini örgütlenmeye, yeni dinamiklerin kendiliğinden yerel mücadele isteğine yanıt olabilmeye bırakıyor.

Bir yandan daha geçtiğimiz yıl dünyayı saran isyan dalgasındaki politik önderlik sorunu vurgulanıp sönümlenmesinin ve reformcu kanatlara yedeklenmesinin sebebini tartışırken bir yandan kitlelerdeki değişimin de sıçramalı geliştiğini gözden kaçırmamak gerek. Her kriz süreci toplumsal dinamiklerin o anki tepki verme kapasiteleri doğrultusunda pratikleri öne çıkarıyor. Bugün bunun biçimi bir ilk dürtüyle hayatta kalmak için koşulan dayanışma ağları şeklinde gelişirken bu ilk adıma bürokrasiye boğulmuş sendikaların çağrısını beklemeden örgütlenecek yaşam greviyle politik bir içerik kazandırılabilir.

Ekolojik kriz ve ekonomik krizin bütünlüklü görünümüyle birlikte doğayla ilişkisini yeniden sorgulamaya başlayan ve kendini doğallaştırmanın ve doğayı insancıllaştırmanın arayışına giren kitleler, aslında işçi sınıfının kendini politik bir sınıf olarak ortaya koymasının yollarını döşüyorlar. Bugün yok oluş/barbarlık korkusuyla zapturapt altına alınan olası geleceklerin yerini yeni bir toplum tahayyülünün alması, o tahayyülü gerçek kılacak yeni insan neslinin tahayyül edilmesine, bugünkü salgındaki toplumsal pratiklerden ileri doğru atılan adımların bu iki tahayyüle bağlanmasına bağlı. Bugünün acil devrimci görevi tam da bu noktada, salgında kendiliğinden öne çıkan toplumsal dayanışma ilk adımından devrim anına kadar uzanan yolun bu tahayyüllerden beslenmesini sağlamak olmalı. Zincirlerinden kurtulmuş emeğin kendi suretinde bir doğayı ve onun uzantısı olan komünist toplumu kurması için hızla sıyrılması gereken yabancılaşma da böylece yarının değil bu sürecin bir sorunu olarak ele alınacak ve bu yabancılaşma başta insan-doğa ilişkisini ele alacaktır.

Kaynaklar

1Felaket ve kitlesel yaralanmalarda, zehirlenmelerde, bazı salgın hastalıklarda aniden birden fazla birey yaralandığında ya da hastalandığında tedavi için kime nasıl öncelik verileceği sorusu gündeme gelir. Triyaj: “Hasta ve yaralıların yaralanma tiplerine, o andaki durumlarına göre sınıflandırılıp, hastaneye yatırma, tedavi ve tahliye konularında öncelik derecelerinin saptanmasıdır.” Diğer bir tanımla, acil bir durum için; önde gelen, önemli ve sürekli bir süreç olan öncelikleri belirleme; gelişen durumun önemi nedeni ile diğerlerinden ayırt edilmesi, seçilmesi ya da öncelik hakkının tanınması anlamını taşır. Sermaye için triyaj süreklileşmiş ilkedir. Termik santral bacasına filtre takmanın maliyetiyle takmadığında ölecek veya zarar görecek işçilere ödeyeceği tazminatı karşılaştırarak yatırımını önceliklendirir. Olağanüstü durumlarda triyaj açıktan uygulanır.

3Kaynak: ABD Ulusal Biyoteknoloji Bilişim Merkezi (https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC7095063/)

5Çin’de kayıtlara geçen ilk hastanın Wuhan’daki deniz ürünleri pazarıyla bir ilişkisi yoktu. Ancak sonraki ilk vakaların birçoğu virüsü bu pazardan kapmıştı. Virüsü pazara getirilen bir hayvandan mı yoksa başka bir insandan mı kaptıkları net değil; ancak pazar virüsün insanlar arasında hızla yayılması için iyi bir başlangıç noktası oldu. Virüsün farklı vakalardaki gen dizilimi incelendiğinde en erken Ekim 2019’da yayılmaya başladığı varsayılıyor. Gen dizilimindeki çeşitliliğin az olması ve önceki koronavirüsleriyle karşılaştırıldığında virüsün en yakın yarasalarda bulunan türüne benzediği biliniyor. (Kaynak:https://www.sciencemag.org/news/2020/01/wuhan-seafood-market-may-not-be-source-novel-virus-spreading-globally#)

6DSÖ açıklamasında hükümetlerin sağlığı korumak, yaşamın kesintiye uğramasını minimize etmek ve insan haklarına saygı duymak arasında bir denge kurmak zorunda olduğunu bildiriyordu. (Kaynak:https://www.bbc.com/news/world-51839944)

7Son 30 yılda ilk defa sanayide daralma yaşayan Çin’de birinci çeyrek küçülmesi %10 civarında oldu ve emisyonlar tahmini %25 azalma gösterdi. (Carbon Brief (2020a). “Analysis: Coronavirus temporarily reduced China’s CO2 emissions by a quarter”, https://www.carbonbrief.org/analysis-coronavirus-has-temporarily-reduced-chinas-co2-emissions-by-a-quarter)

9Aynı sanal ortam 18 yıl önceki SARS salgını veya daha sonraki MERS ya da Ebola salgınlarının sonuçlarını da insanların hafızasında taze tutuyor ve bir tür toplumsal hissizleşme yaratarak hafızanın da giderek işlevsizleşmesi sonucunu doğruyor bir yandan.

10Bunun bir örneğini İçişleri Bakanlığı genelgesiyle ilan edilen sokağa çıkma yasaklarının hukuki meşruiyeti üzerine yapılan tartışmalarda görebiliriz. (Bkz.: https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2020/04/28/sokaga-cikma-yasaklari-ve-hukuksal-yorum-vasati-ya-da-olagan-hukukta-istisnanin-yeri/) Yasağın hukuki meşruiyetini evrensel-bilimsel akıldan aldığını iddia ederken aynı bilimsel aklın neden çarkların durması konusunda aynı sorgulamaya girmediğini açıklamamak tam da burjuva ideolojisinin tahakkümündeki kompartımanlara ayrılmış bilimlerin etkisinde olunduğunun işaretidir.

12Wallace’ın bu yapısal çözümün yanında salgının yıkımının azaltılması için önerdiği reçete ise şu paragrafta özetleniyor: “İspanya’nın salgına yanıt olarak yaptığı gibi, hastaneleri kamulaştırmamız gerek. Senegal’in yaptığı gibi, test miktarını ve sonuç alma hızını arttırmamız gerek. Tıbbi ilaç kullanımını (pharmaceuticals) toplumsallaştırmamız gerek. Sağlık personelinin sağlığını yitirmesini yavaşlatmak için maksimum koruma uygulamamız gerek. Solunum cihazlarının ve diğer medikal makinelerin onarım hakkını güvence altına almamız gerek. Remdesivir ve eskiden beri sıtma tedavisinde kullanılan klorakin (ve ümit verici görünen diğer ilaçlar) gibi antiviral kokteyllerin laboratuarın ötesinde işe yarayıp yaramadığını test eden klinik denemeler yaparken kitlesel üretimlerine de başlamamız gerek. (1) Firmaları gereksinim duyulan solunum cihazlarını ve sağlık emekçilerinin ihtiyacı olan koruma ekipmanları üretmeye ve (2) en fazla ihtiyaç duyan yerlere dağıtmaya öncelik vermeye zorlayacak bir planlama sistemi uygulanması gerek. Virüsün (ve ortaya çıkacak diğer patojenlerin) bize yüklediği sipariş listesiyle başa çıkacak işgücünü sağlamak üzere kitlesel ölçekte bir pandemi görev gücü kurmamız gerek. Sayısal açığımızı kapatarak hastalığı bastırabilmek için vaka yükünü karşılamaya yetecek miktarda yoğun bakım yatağı, personel ve ekipman temin etmeliyiz. Başka bir deyişle, COVID-19’un hava saldırısını sadece salgını kendi eşiğinin altına çekmek için temasları takip etme ve vakaları izole etmeye geri dönmek üzere savuşturma fikrini kabul edemeyiz. COVID-19’u hemen şimdi ev ev dolaşarak saptamak için yeterli sayıda görevliyi işe başlatmamız ve onları işe yarar maskeler başta olmak üzere koruyucu giysilerle donatmamız gerekir. Bu süreçte hem insanların hastalıktan canlarını kurtarması hem de tedavi görebilmesi için —ev sahibi kiracı ilişkisinden başlayıp öteki ülkelere yaptırım uygulamaya varıncaya kadar— mülksüzleştirme etrafında örgütlenmiş toplumsal işleyişi, askıya almamız gerekir.”

14Ö. Erdölek Kozal, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar 2017 Cilt: 54 Sayı: 628 (Kaynak:http://www.ekonomikyorumlar.com.tr/files/articles/1528200065100_5.pdf)

15David Harvey, “‘Yeni’ Emperyalizm: Mülksüzleşlme Yoluyla Birikim”, Çev. Evren Mehmet Dinçer, Praksis, 11, (Kaynak: http://www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/011-02.pdf)

16Ferda Koç’un sendika.org’daki yazı dizisi bu ihtiyaç türetme endüstrisine dair derin bir inceleme içeriyor:https://sendika63.org/2019/08/sinira-dayanan-proleterlesme-ve-gereksinimlerin-uretiminde-donusum-559472/

17COVID-19 üzerine son söyleşisinde bu kavramı tekraren şöyle açıklıyor: “Aslında Marx’ın metabolik yarılma teorisi,...ekolojik veya metabolik ilişkilere, özellikle de doğayla toplumum birbirine karşılıklı karmaşık bağımlılığına sistematik bir yaklaşımla bakmanın yoluydu... Marks, toprak metabolizmasındaki yarılmaya odaklandı. Besinler ve liflerin kırdan kente yüzlerce ve hatta binlerce mil kat ederek taşınması, azot, fosfor, potasyum gibi asli toprak besleyicilerinin kaybına neden oluyor, bu da bu besleyicilerin yeniden toprağa dönmesi yerine amaçlananın dışında kentleri kirletiyordu. Bununla birlikte, bu teori, doğrusal birikimiyle kapitalist üretimin, Marks’ın ‘doğanın evrensel metabolizması’ olarak adlandırdığı metabolizmada nasıl yarılmalara ve kırılmalara yol açtığı hususunda oldukça geniş bir uygulama alanına sahipti...” (Kaynak: https://siyasihaber4.org/felaket-kapitalizmi-iklim-degisimi-kovid-19-ve-ekonomik-kriz)

18Hayatın Dokusundaki Kapitalizm: Sermaye Birikimi ve Ekoloji (Epos, 2017), Yedi Ucuz Şey Üzerinden Dünya Tarihi (Kolektif, 2019)

19Kitap tanıtım bülteninden: “İlk kapitalist ürün şekerin üretiminden kapitalist sınırların genişlemesine uzanan süreçte doğa-toplum, kadın-erkek ikiliğinin, sömürgeciliğin, ırkçılığın, yerli mücadelelerinin, savaşların, krizlerin, isyanların bu yedi ucuz şeyle ve birbirleriyle nasıl ilişkilendiğini irdeliyor.”

20Bu çalışmada salgının iklim krizine ve ekonomiye etkisi kapsamlı bir şekilde inceleniyor: https://www.iklimhaber.org/covid-19-krizinin-ekonomi-enerji-ve-emisyonlara-etkileri-mevcut-durum-ve-olasi-post-corona-senaryolari/

23Salgın sürecinde oluşan külliyatın kısa bir derlemesi için bkz: https://www.polenekoloji.org/covid-19un-yazi-ve-ceviri-dagarcigi/

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi