Libya’da Emperyalistler Arası “İt Dalaşı”

 Türkiye'nin savunması Libya'dan başlıyor, yeni konsept bu. Türkiye terörle mücadele konseptini ‘terörü sınır dışında önlemek’ şeklinde değiştirdi. Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmalar, “her türlü hak ve çıkarlarını da sınır ötesinde koruma konsepti”ne işaret ediyor.” (Akşam gazetesi, 17 Aralık 2019)

“Libya’ya asker, savunma kalkanını orada kurmaktır.” (Haber7, 16 aralık 2019, haber7)

“Akdeniz Kalkanı Harekatı Libya'ya kadar genişletilmeli...

Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, ... Yunanistan'ın hamlelerini önlemek maksadıyla Akdeniz Kalkanı Harekatı'nın Libya'yı kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini vurguladı.” (Yeni Şafak, 26 Aralık 2019)

"Küreselleşme çağında Misak-ı Milli sınırlarının güvenliği sınırların ötesinde başlar. Yani Türkiye’nin güvenliği, bu çağda Misak-ı Milli sınırlarının ötesinde başlar. Siz hattı geniş çizmezseniz, bu küreselleşme çağında ülkenizin ulusal sınırlarını dahi koruyamazsınız. Biz bunun örneklerini defalarca gördük. Libya birilerine çok uzak gelebilir. Libya bizim deniz komşumuzdur. Libya bizim sadece tarihi bağlarımız olduğu bir yer değil aynı zamanda Kuzey Afrika’nın en belirleyici ülkelerinden biridir. Kuzey Afrika’da bir kriz olduğunda bütün Akdeniz ülkeleri bundan etkilenir ,Türkiye bundan etkilenir. Bu, ‘Libya’da ne işimiz var?’ sözü çok dar bir bakış açısının cümlesidir.” (Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 29 Aralık 2019)

Alman Savunma Bakanı Peter Struck 5 Aralık 2002’de ne demişti? “Almanya’nın güvenliği Hindikuş’ta savunulur”, yani Almanya’dan 7 bin km uzakta.

ABD, en azından 10 bin km uzaktan gelerek, Almanya en azından 7 bin km uzağa giderek Afganistan’da ulusal güvenliklerini sağlarlarken, Türkiye kendi ulusal güvenliğini bir adım ötedeki Libya’da sağlamak için neden adım atmasın? Nihayetinde Libya’ya asker gönderme teskeresi de Meclis’de kabul edilmiştir.[1]

Öncesi

Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da halk ayaklanmaları koşullarını ve iç savaşı fırsat olarak kullanan ABD ve AB emperyalistleri NATO önderliğinde Tunus ve Mısır değil de, Libya'ya doğrudan askeri müdahale ettiler. Jeostratejik çıkarlarını genişletmek için. Kaddafi ve en yakın çevresinin Libya'yı terk etmesi ve Bengazi eksenli muhalefetin iktidara gelmesiyle çıkarlarını büyüteceklerdi. Kaddafi’yi susturmak ve bu değişimi sağlamak için de BM 17 Mart 1973 tarihli bir bildirgesine sığınarak Libya hava sahası üzerinde uçuş yasağı koydular.

Uçuş yasağı kararı ve uygulaması için “sivil halkın korunması” demagojisi öne sürüldü. Ama bu arada sayısız insan NATO bombalarında katledildi.

Önce Amerika'nın doğrudan komutanlık ettiği Libya'ya havadan saldırılar, sonra NATO'ya devrettiler.

Libya ve Emperyalistler Arası Çelişkiler

Arap ülkelerindeki kalkışmalar, krizler, devrimler, savaşlar, ayaklanmalar çağını güncelliyor. Bloklaşmaları ve ittifakları soru götürür yapıyor. Emperyalist ülkeler arasındaki; ABD-AB-Rusya- Çin ve AB içi emperyalist güçler (Almanya-Fransa) arasındaki çelişkileri açığa çıkartıyor. Libya'ya saldırı kararı ve uygulaması emperyalistler arası çelişkilerin de etkili olduğu bir süreçtir.[2]

Libya'ya saldırı aynı zamanda petrol için bir savaştır. Libya dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olan ülkelerinden biridir. Bu saldırı sonucunda Kaddafi rejiminin devrilmesi ve Bengazi muhalefetinin iktidar olmasıyla Libya petrol ve doğal gazının enerji tekellerinin eline geçmesi ulaşılmak istenen hedeflerden biridir.

Libya üzerine emperyalistler arası rekabette karşılıklı yoklama aşaması

Almanya, Libya’da iç savaşı sonlandırmak için aracı olma rolüne geçen sene soyunmuştu. 11 Eylül 2019’da Trablus’ta Alman elçisinin savaşı sonlandırmak için uluslararası bir konferans düzenleneceğini açıklamasından bu yana bir kaç deneme yapıldı. Ancak Rusya-Türkiye inisiyatifinde Moskova’da 13 Ocak’ta düzenlenen Libya’da tarafları barıştırma çabasının başarısız kalmasından sonra Almanya’nın yoğun çabası sonucunda 19 Ocak’ta Berlin’de gerçekleştirilen konferans, sonuç itibariyle “dağ fare doğurdu”dan öteye geçmeyen bir şekilde sonlanmıştır.

Katılımcılar sonuçta 55 maddelik bir “barış planı” ortaya çıkardı, ama Hafter, daha önce Moskova’da hazırlanan ateşkes anlaşmasını imzalamadığı gibi bu planı da imzalamadı.[3]

Ateşkes çabaları ve BM'nin rolü, silah ambargosu, dış müdahalelerin sonlandırılması, siyasi sürece dönüş, ekonomi ve petrol, taraflar arasında temas ana başlıklarında Libya sorunu BM’ye havale edildi. Böylece Libya sorunu “barışçıl çözümü” başka bir bahara kaldı.

Libya’ya “barış” getirmek için birbirine benzemezler bir koalisyon oluşturdular, sorunu çözmek için masa başında bir araya geldiler. Bu türden sorun çözme çabaları yeni değildir. Hele bu işin içine BM karıştırılıyorsa bunun anlamı, uzun sürecek bir “itiş-kakış” maratonu başlatılıyor demektir. Bir araya gelen güçlerin kesin saflaşması henüz oluşmamıştır, süreç içinde genel anlamda Afrika ve özel olarak da Libya eksenli Kuzey Afrika sahasında jeopolitik gücü olan emperyalist ülkeler etrafında bir kümelenme olacaktır. Bu kümelenmede Rusya’nın, ABD’nin aynı safta olması mümkün değildir. Bu sahada ABD ve Rusya esas rekabet odaklarıdır. Bu aşamada Çin’in doğrudan, aktif olarak “topa girme” niyetinin olmadığı, aynen Suriye sorununda olduğu gibi bir politika izleyeceği anlaşılıyor.

Libya konusunda da çatlak seslerin çıktığı AB’nin iştahlı hareketi sonucu değiştirmeyecektir. Ortadoğu ve Suriye sahasında seyirci kalmanın pek ötesine geçemeyen veya ABD’nin varlığından dolayı orada olan AB’nin Fransa gibi üye ülkeleri şimdi AB’nin Akdeniz politikasından dolayı Libya sorununda iştahı kabarmış bir anlayışla aktif hareket etmeye başladılar. Bu türden ülkelerin başını Almanya çekmektedir.

Suriye sorununda izleyici olan AB, Libya sorununda aktif izleyici olmanın ötesine pek geçemez. Buna ABD-Rusya arasındaki rekabet izin vermez; AB ancak taraf olabilir. Fransa’nın Libya’da desteklediği Hafter güçlerine askeri yardım yaparken AB’yi yanında bulamaması bu etkisizliğin ve AB içindeki emperyalist rekabetin örneğidir.

AB’nin Rusya ile ortak hareket etmesi de mevcut dünya konjonktüründe pek mümkün gözükmemektedir. Bu, açıktan açığa Libya eksenli Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’de Batı dünyasının bölünmesi, AB’nin açıktan ABD politikasına karşı gelmesi ve karşı tarafta, Rusya yanında yer alması anlamına gelir.

Rusya’nın tavrı henüz açık değildir. Her ne kadar Hafter’e askeri destek veriyor olsa da, her iki tarafla ilişkisini sürdürmektedir.

Soruna başından bu yana müdahil olan Amerikan emperyalizmi, Libya’daki gelişmelere uzaktan bakıyor görünümümü veriyor, güya önemsemiyor. Şimdilik işin BM’ye havale edilmesinden memnun gözüküyor, BMGK üzerinden Libya sorununu kontrol edebileceğini düşünüyor, yani son açıklamaların da gösterdiği gibi Sarrac hükümeti yanında yer alıyor. Ama hem Erdoğan’a hem de Sisi’ye “Seni anlıyorum” diyor.

Aynen Suriye sorununda olduğu gibi Libya sorununda da Doğu Akdeniz’de, Libya eksenli Kuzey Afrika’da rekabet eden küresel iki oyuncu etrafında bir kümelenmenin oluşmasına doğru bir gelişmenin başındayız. Tabii, Suriye’den farklı olarak bu alan oldukça geniş ve enerji kaynağı olma ve dünya jeopolitikasında stratejik öneme sahip olma bakımından çok daha önemlidir ve bu nedenle de bu geniş sahadaki rekabet çetin olacaktır.

Suriye’de olduğu gibi Libya’da da son kertede bir tarafta Rusya diğer tarafta da ABD başat güç olacaktır. Dünya jeopolitikasında söz sahibi olan ve olmak isteyen bu iki emperyalist ülkenin Doğu Akdeniz’de ve Libya’da ortak hareket etmeleri, ancak en fazlasıyla güç dengesinin bir göstergesi olabilir; bu durumda bu denge değişince ortak hareket etmenin de bir anlamı kalmaz. Bu her iki emperyalist ülke için esas olan birbirine karşı rekabettir. Bu nedenle Suriye’de olduğu gibi Libya’da da, Doğu Akdeniz’de de rekabet eden güçler saflaşmasının başını çekecekler.

Libya sorununa müdahil olan ülkelerin her biri “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim” diyor. Hepsi Libya'da ateşkes ve barış istiyor! Ancak gerçek şu: Bu ülkelerin önde gelenlerinin her biri, birer emperyalist hayduttur. Hepsi “barış” adı altında Libya'nın talanında aslan payını kapmak istiyor.

Libya’da emperyalistler arasındaki rekabetin şekillenmesi, genel anlamda Kuzey Afrika ve Sahra bölgesinden başlayarak bütün Afrika’da emperyalistler arası çelişkileri tetikleyeceğinden daha fazla keskinleştirecektir. Burada bir taraftan Çin, diğer taraftan ABD, Fransa, kısmen Rusya ve Türkiye karşı karşıya gelecektir.

Libya’da emperyalistler arasındaki rekabetin şekillenmesi, Doğu Akdeniz’in paylaşımında da doğrudan belirleyici olma özelliği taşımaktadır.

Ne diyordu Lenin “Emperyalizm...” yapıtında? “Kapitalizmde nüfuz bölgelerinin, çıkarların, sömürgelerin paylaşılması konusunda, paylaşıma katılanların gücünden, bunların genel ekonomik, mali, askeri vb. gücünden başka bir temel düşünülemez. Oysa paylaşıma katılanların gücü aynı şekilde değişmemektedir, çünkü kapitalizmde farklı girişimlerin, tröslerin, sanayilerin, ülkelerin, eşit şekilde gelişecekleri düşünülemez. Almanya, yarım yüzyıl kadar önce kapitalist gücü o zamanki İngiltere'nin gücüyle karşılaştırıldığı zaman, zavallı, önemsiz bir ülkeydi; Rusya'yla karşılaştırıldığı zaman Japonya da aynı durumdaydı. On ya da yirmi yıllık bir süre içinde, emperyalist güçlerin nispi kuvvetlerinin değişmeden kalacağını söyleyebilir miyiz? Kesinlikle söyleyemeyiz”.

Lenin’in bu analizinin ne anlama geldiğini Suriye sahasında anlamamak için bayağı direnildi. Şimdi de Libya sahasında anlamamak için gerçeklik karşısında direnmenin bir anlamı olmayacaktır.

Libya üzerine emperyalistler arası rekabet karşılıklı yoklama aşamasını henüz geçmedi.

Berlin konferansında kararlaştırılan ateşkes uygulanamamıştır. Bunun açık nedeni, kararı imzalamayan Hafter’in kısa zamanda Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni devirmek için silahlı mücadeleyi yoğunlaştırarak saldırıya geçmesidir. Ancak, Türkiye’nin çatışmalara doğrudan müdahil olmasından sonra savaşın seyri, Hafter güçlerinin aleyhine değişmiş, birçok stratejik kentin/bölgenin Hafter güçlerinden geri alınmasından sonra Ulusal Mutabakat Hükümeti güçleri Sirte’yi kuşatınca Hafter ateşkesten bahsetmeye başlamıştı. Hafter, Mısır’a gitti. Sisi ile hazırlanan ve Rusya’nın da desteklediği “Kahire Deklersayonu” ortak basın bildirisi 6 Haziran’da açıklandı.

Bu arada Rus ve Türk heyetlerinin görüştüğü, Dışişleri ve Savunma Bakanlarının İstanbul’da görüşecekleri duyurulmuştu. Ancak, yapılan açıklamaya göre gündem maddeleri üzerinde anlaşma sağlanamadığı için görüşme ertelenmiştir.

Açık ki, Türkiye ve Rusya bir biçimde Suriye sahasında sürdürdükleri Astana formatlı politikayı Libya’da da uygulamanın yol ve yöntemlerini aramaktalar. Sadece bu durum; Libya sorununda her iki ülkenin inisiyatifi ellerinde tuttuğunu; Libya’da konumunu güçlendiren ülkelerden birisinin Rusya, diğerinin de Türkiye olduğunu göstermektedir.

Müdahil güçler arasında ittifak arayışları: Libya sahasında ABD-Rusya-Türkiye arasındaki ittifaklaşma nasıl şekillenecek?

ABD-Rusya-Türkiye arasındaki “üçlü ittifak”ın, Suriye sahasında nasıl şekillendiğini gördük. “Erdoğan’a izin vermezler, azarlarlar, hizaya getirirler, haddini bildirirler” düşüncesinden hareket edenler yanıldılar. Hem Putin hem de Trump, Erdoğan’dan memnunlar. El ele verip Rojava devrimini tasfiye edenler bunlardır. Aralarında çıkara dayanan, bir çelişki-denge ilişkisi olan “kutsal ittifak” kurulmuş. İkisi (Rusya ve ABD) küresel oyuncu, diğeri (Türkiye) ise ancak bölgesel oynuyor. Her iki küresel oyuncunun bölgemizde birbirini alt edebilmesi için bölgesel oynayan Türkiye’ye ihtiyacı var.

Bu “ittifak”ın oluşmasına zemin oluşturan hesaplar kısa vadeli değildir; uzun vadelidir ve jeopolitiktir. ABD ve Rusya şu veya bu konuda anlaşabilirler ve Türkiye açıkta kalabilir. Bu mümkündür. Ancak, bu her iki emperyalist ülke sıradan emperyalist ülkeler değildir; her ikisi de dünya hakimiyeti jeopolitikası üretme imkan ve yeteneği olan ülkelerdir. Küresel büyük “oyun”un iki belirleyici aktörüdür. Bu iki ülke arasındaki denge değişiminde Türkiye önemli bir konuma sahiptir. Bu denge değişimi de bugünden yarına gerçekleşecek bir değişim değildir. Bu, “Atlantik-Avrasya” arasındaki güç dengesi değişimidir. Dolayısıyla bu uzun erimli süreçte Türk burjuvazisi koparabildiği kadar taviz koparmaktan geri kalmayacaktır.

“Üçlü İttifak” ve Libya: Libya’da kim kimi destekliyor?

Libya, iki hükümetli, iki ordulu ikiye bölünmüş bir ülke konumunda. BM, bazı AB ülkeleri, Türkiye, Katar ve birçok başka ülke Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) destekliyorlar. Diğeri ise Temsilciler Meclisi ve General Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu. Hafter güçlerini Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa ve açıktan kabullenmese de Rusya destekliyor.

Doğu Akdeniz’in paylaşımında Türkiye’nin Libya ile yaptığı MEB ve arkasından askeri anlaşmalar, bölgeyi Türkiye’yi dışlayarak paylaşan bölge ülkelerini ve bu paylaşımın ardında duran ABD ve AB’yi harekete geçirdi. Doğu Akdeniz ve bu bağlamda Libya sorunu ülke ve dünya gündeminde ilk sırada yer aldı. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin çağrısına uyarak Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararı ise bir taraftan soruna müdahil ülkeleri telaşlandırırken, diğer taraftan da özellikle iç basında bildik tekerlemelere zemin oluşturdu.

Libya’ya asker gönderme meselesi, Kore’ye, Afganistan’a asker göndermeyle, Efrîn’in, Cerablus-El Bab hattının, Fırat’ın doğusunun işgaliyle bir ve aynı değildir.

Kore’ye asker gönderen Türkiye ile bugün Rojava’yı kısmen işgal eden ve Libya’ya asker gönderme kararı alan Türkiye arasında niteliksel bir fark vardır.

Kore'ye asker gönderen Türkiye, Amerikan emperyalizmine uşaklık yapmaya hazır olduğunu kanıtlamaya çalışan, Amerikan çıkarları için savaşan bir Türkiye’ydi. Mükafatı NATO’ya girmek oldu.

Afganistan’a asker gönderen Türkiye, keza Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasına koşulan bir Türkiye’ydi. NATO adına oraya gitti.

Rojava’nın bazı bölgelerini işgal eden Türkiye, bu işgali yeni güvenlik konseptiyle açıklayan, ABD ve Rusya’ya rağmen ve onların rızasıyla bu işgali gerçekleştiren bir Türkiye’dir. ABD adına gitmedi, ABD’ye rağmen gitti. Rusya adına gitmedi. Kendi adına gitti.

Libya’ya asker gönderme kararı alan Türkiye, resmen emperyalist politika güden bir Türkiye’dir. Libya için savaşmak veya Libya’da başka güçlere karşı savaşmak, bölgede hegemonya için, emperyalist çıkarlar için savaşmaktır. Bu, tamamen mahkum edilmesi gereken bir girişimdir.

Açık ki, ABD adına gitmedi, NATO adına gitmedi, Rusya adına gitmedi. Onlara rağmen gitti.

Libya, “Asker gönderilen 13. ülke olacak” diye böbürlenmek, ilhakçılığın, yayılmacılığın, savaş çığırtkanlığının, militarizmin varmış olduğu boyutları gösterir.

Suriye sahasında da bunun hesabı yapılmadı mı? Türk, Rus ve Amerikan güçlerinin karşı karşıya gelebileceği hesapları yapılmadı mı? Özellikle Türk-Rus ve Türk-Amerikan güçlerinin karşı karşıya gelebileceği üzerine derin analizler yapılmadı mı? Ne oldu? Türkiye, söz konusu her küresel emperyalist güçle ayrı ayrı mutabakatlar imzaladı. “Barış Pınarı Harekâtı” kapsamında 17 Ekim 2019’de ABD ile “Ankara Mutabakatı”nı, yine “Barış Pınarı Harekâtı” kapsamında 22 Ekim 2019’da Rusya ile Soçi Mutabakatı’nı imzaladı.

Peki, bu her iki küresel güç Türkiye ile bu mutabakatları niçin imzaladı? Türkiye’den çekindikleri için mi? Veya Trump ve Putin, şimdi Erdoğan bir “ey çekerse” binlerce km uzakta olsak da kulaklarımızın zarı patlar diye korktuklarından dolayı mı? Hayır. Her iki küresel güç, Türkiye’yi kendi yanında tutmak için bu adımları attılar.

Yem, avdan büyük olmadığı sürece bu oyun sürecektir. Ne ABD ve ne de Rusya Doğu Akdeniz’den vazgeçebilir. Doğu Akdeniz-Ortadoğu ekseni küresel rekabetin en önemli ayaklarından biridir. Ama bu eksende Türkiye olmaksızın tutunmak da mümkün değildir.

Rus emperyalizmi Türkiye’yi sürekli kendi safında tutmak, görmek için Suriye sahasında yaptığının benzerini Doğu Akdeniz ve Libya sahasında da yapmak zorunda kalabilir. Aynısını ABD de yapacaktır.

Putin-Trump-Erdoğan veya Rusya-ABD-Türkiye arasındaki “üçlü ittifak”, çelişkili haliyle kendini var eden bir ittifaktır.

Dünya çaplı jeopolitika üretme yeteneği olan ülke, stratejik düşünen, uzun erimli hesap yapan, üç-beş hamle sonrasını görmeye çalışan veya gören ülkedir. ABD, NATO üzerinden Rusya’yı Baltık ülkeleri, Polonya, Romanya, Karadeniz-Türkiye hattında kuşatmasında en kritik, en belirleyici hattın Türkiye olduğunu biliyor. Bunu Rusya da biliyor.

1952’den bu yana önce sosyalist Sovyetler Birliği’ne, sonra da revizyonist, sosyal emperyalist Sovyetler Birliği’ne karşı kapitalist dünyanın güney hattının bekçisi olan Türkiye’nin bu görevi yerine getirmemekle Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyası jeopolitikasında onarılamaz bir yara, gedik açıyor olmasının ne anlama geldiğini ABD çok iyi biliyor. ABD’nin bildiğini Rusya da biliyor.

Bu hattın Türkiye sahasında kopması, Amerikan jeopolitikası ve Rusya’yı çevreleme stratejisi için bir yıkımdır ve Rus emperyalizminin, bu hattın kopması için neleri feda edebileceğini anlamak zor olmasa gerek. Bu hattın işlevsiz kalmasıyla Rusya’nın Karadeniz üzerinden dünyaya açılması önündeki engelin yok olacağının, güneyden çevrelenme tehdidinin ortadan kalkacağının Rus emperyalizmi jeopolitikası açısından ne anlama geldiğini, bu bakımdan Türkiye’nin stratejik önemini Rusya biliyor. Bunu ABD de biliyor. Ancak, Suriye’yi Suriye olarak görenler, buradaki oyunun dünya hegemonyası jeopolitikasındaki yerini göremeyenler, Doğu Akdeniz’i Doğu Akdeniz, Libya’yı Libya olarak görürler. Bundan dolayıdır ki, Suriye sahasında Türkiye-Rusya, Türkiye-ABD ilişkisini/rekabetini/çelişkisini, bu “üçlü” arasındaki “zorunlu birliktelik” ittifakının Doğu Akdeniz’de, Libya’da ne yapabileceğini anlamazlar.

ABD-Rusya arasında küresel ve Türkiye-ABD-Rusya arasında bölgesel jeopolitik “oyunlar” ve çıkarlar bu “üçlü”yü birbirine bağlamıştır. ABD bir yere kadar Türkiye’nin üzerine gidebilir. Rusya da öyle. Her ikisi de Türkiye’yi küresel jeopolitik amaçları için kazanmak istiyor. Bu da Türkiye üzerindeki baskıyı sınırlıyor, Türk burjuvazisine direnme ve kendi çıkarlarına tekabül eden tavizler koparma imkanı veriyor. Diktatör tam da buna oynuyor.

Rusya ve ABD için av, küreseldir. O avı elde etmek için Türkiye’nin istediği en fazlasıyla giderek büyüyen yem olabilir. Her ikisi de bu yemi Türkiye’ye veriyor.

Nasıl ki, ne ABD’nin ne de Rusya’nın Suriye sahasında Türkiye’ye bir şeyler vermeme lüksünün olmadığını gördüysek, buna benzer bir gelişmeyi Doğu Akdeniz ve Libya sahalarında da göreceğiz. Birisi az, diğeri biraz fazla bir şeyler vermeyecektir; biri bir şeyler verirse diğeri de eş değerde bir şeyler verecektir. Türkiye açısından o “kutsal ittifak”ın olmazsa olmaz kuralı bu.

Suriye sahasında şunu gördük: Türkiye, ABD ve Rusya arasındaki çelişkilerden yararlandı ve yararlanıyor. ABD, Türkiye’yi kaybetmek istemediği için veya kaybetme korkusuyla Türkiye’nin istemlerini, tam anlamıyla olmasa da kabullendi.

Diğer taraftan Rusya, Türkiye’yi ABD’den, Batı’dan, bunun toplamı olarak NATO’dan uzaklaştırmak istiyor. NATO’da kalarak ondan uzaklaşan Türkiye, Rusya’ya yakınlaşan Türkiye demektir. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye’deki istemlerine göz yumdu, yumuyor.

Şimdi bu taktik Doğu Akdeniz’de, güncelliği bakımından da öncelikle Libya sahasında yeni bir sınavdan geçecek.

Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırmak isteyen ABD-NATO, Doğu Akdeniz ve Libya’da Türkiye’ye karşı nasıl bir tavır alacak? Aynı şekilde Türkiye’yi NATO ve ABD’den uzaklaştırmak isteyen Rusya, Doğu Akdeniz ve Libya’da Türkiye’ye karşı nasıl bir tavır alacak?

Bunları göreceğiz.

Gelişmelerin neyi göstereceğini şimdiden kestirmek güç olsa da, gerçekleşmesi durumunda Libya sahasında Türkiye-Rusya arasında ittifak, ABD’ye, AB’ye ve Hafter safında yer alan diğer ülkelere (Mısır, Yunanistan, Fransa, BAE) karşı bir ittifak olacaktır. Suriye sahasında olduğu gibi, Libya sahasında da “Astana süreci” türünden bir sürecin başlatılma olasılığı vardır. Denklem çok basit: Rus emperyalizmi, Ortadoğu’da, onun bir parçası olarak Suriye’de, uzantısı olarak da Doğu Akdeniz ve Libya’da Amerikan emperyalizmine karşı olmazsa olmaz müttefik olarak Türkiye’yi görüyor, görmek zorundadır. Bu, jeopolitik aklın bir gereğidir. Tabii, aynı akıl ABD için de geçerlidir. Her iki emperyalist ülke bu akla sahip oldukları müddetçe -Bölgede hegemonya iddiaları varsa ve bu hegemonyayı dünya jeopolitiği için kendi açılarından kullanmak istiyorlarsa bu akla sahip olmak zorundalar- diktatör Erdoğan da bu sahada at koşturmaya devam eder.

Libya’da esas ittifaklaşma Sirte-Cufra hattında oluşacak

Ulusal Mutabakat Hükümeti güçlerinin Sirte kapılarına dayanması, aslında Libya’da vekalet savaşlarının sonlandığını, sıranın konvansiyonel güçlerle (ordularla) savaşmaya geldiğini gösterir. Sisi’nin çıkışı Sirte-Cufra hattını kırmızı çizgi ilan etmesi bunun açık ifadesidir. Sisi’ye hem ABD hem de Rusya bu açıklamayı yapması için yeşil ışık yaktılar. Ancak Sirte-Cufra hattını ABD ve Rusya ortaklaşa kontrol etmek niyetinde değil. Her biri kendi çıkarına göre hareket ediyor. Neyin ne olacağı henüz belli değil. Ama Libya’da esas ayrışma veya uzlaşma; ülkenin bölünmesi veya birliğinin sağlanması bu hat üzerinden sağlanacaktır. Orada da üç güç aktif; ABD, Rusya ve Ulusal Mutabakat Hükümeti/Türkiye. Sonunda Mısır, BAE, Fransa ya ABD’nin ya da Rusya’nın yanında yer almak zorunda kalacaklar. Bu nedenle söyleyecekleri ABD’nin ve Rusya’nın planlarının ötesinde olamaz. İtalya tavrını açıkladı, Hafter’i destekleyen Fransa da fiilen ya ABD’nin ya da Rusya’nın yanında yer alacaktır. Libya gibi bir sahada ABD ve Rusya ortak çıkarlar için ortak hareket edemeyeceklerine göre ayrışmaları; karşı karşıya gelmeleri Sirte-Cufra hattında olacaktır.

Açık ki, Libya’nın paylaşımında öncelikle ABD-Rusya-Türkiye üçlüsünün atacağı adımlar belirleyici olacaktır.

Açıklamalar

1) Türk burjuvazisinin geliştirdiği yeni ulusal güvenlik konseptinin ne anlama geldiğini, daha doğrusu uygulamasını Suriye ve Irak sahalarında gördük, görmekteyiz. Buna şimdi Doğu Akdeniz ve Libya da eklendi. Ancak bu politikanın oluşturulmasında ve uygulanmasında Türkiye yalnız değildir; başka faktörleri hesaba katmaksızın hareket edemez. Bunun anlamı şudur: Yaşadığımız topraklar, coğrafi konum bakımından tarih boyunca hep elde edilmesi, kontrol edilmesi gereken topraklar olarak görülmüştür. Bugün de öyle. Ya bağımsız hareket edecek derecede güçlü olursun ya da dünya hakimiyeti için rekabet eden güçlerin etkisi altında hareket edersin ya da bu güçler arasındaki çelişkilerden yararlanırsın.

Türkiye’yi vazgeçilemez kılan, onun dünya ve bölgesel jeopolitikada coğrafi olarak oynayacağı roldür. Her bir güç, bugün açısından somutta da ABD ve Rusya, kendi aralarındaki rekabette Türkiye kozunu kendi hesaplarına kullanmak istiyorlar. Bunu en açık bir biçimde Suriye savaşında, Batı Kürdistan’ın bir kısmının işgalinde, Rojava devriminin tasfiyesinde gördük. Gözlerimizin önünde ABD ve Rusya ile yaptığı mutabakatlar ve doğrudan işgalle sonuç almaya çalıştı. Alınan en önemli sonuç, hem Türkiye hem de Rusya ve ABD açısından Rojava devriminin tasfiyesiydi.

Türkiye’nin uzanabileceği yakın ve orta yakın her bölgede bu üç ülke (Türkiye, ABD ve Rusya) bir biçimde karşımıza çıkmıştır, çıkacaktır. Doğu Akdeniz’de, Kafkasya’da, Orta Asya’da, Karadeniz’de jeopolitika üretme ve uygulama yeteneğine sahip bu iki emperyalist gücün rekabetinde Türkiye, biri tarafından diğerine karşı hep kazanılmak istenecektir. Bunun böyle olduğunu Suriye sahasında gördük. Şimdi sırada Doğu Akdeniz ve Libya var.

Türk burjuvazisinin yeni ulusal güvenlik politikasını anlamak için gözden kaçırılmaması gereken noktalar vardır. O “soğuk savaş” döneminde iki kutuplu olan dünya, SSCB ve Varşova Paktı’nın dağılmasından bu yana (1990’lı yılların başı) artık yok. O günden bu yana gelişen, çok rekabetli bir dünyadır. İki kutuplu dünya döneminde kutupların varlığını ifade eden kutup çıkarlarını esas alan anlaşmalar artık işlevsizleşmiştir. Dolayısıyla günümüzde küresel ve bölgesel ağırlığı olan her bir ülke kendi çıkarlarına göre hareket etmektedir. Ulusal güvenlik bağlamında ise durum şuydu: Kutuplardan birisine dahil olmak, ulusal güvenliğin de dahil olunan kutup tarafından belirlenmesine ve bunun da ulusal olmaktan ziyade uluslararası anlam taşımasına neden olmaktaydı. NATO ve Varşova Paktı, kapitalist ve revizyonist sistemlerin uluslararası güvenlik araçlarıydı. Bu paktlara üye olan ülkelerin ulusal güvenliğinden de bu paktlar sorumluydu. Dolayısıyla bu paktlara üye olan ülkelerin kendilerine özgü ulusal güvenlik politikaları geliştirmelerinin bir anlamı yoktu.

Diğer bir nokta da Türk burjuvazisinin/sermayesinin gelişmişlik durumudur. Türk sermayesi, dünyaya açılma iddiasında olan bir sermaye konumuna gelmiştir. Bunun siyasi önderliğini de bugün diktatör Erdoğan yapmaktadır. Geliştirilen yeni ulusal güvenlik konsepti “bitlenen” Türk sermayesinin çıkarlarını ifade eden bir konsepttir.

Yeni ulusal güvenlik konseptinde yeni olan, Türk burjuvazisinin açıktan saldırganlık politikası güdeceğini açıklamasıdır. Dolayısıyla yeni ulusal güvenlik konsepti savunma eksenli değil, saldırı eksenlidir. Daha önceki ulusal güvenlik konseptiyle yeni ulusal güvenlik konsepti arasındaki temel fark budur.

Yeni ulusal güvenlik konsepti, Erdoğan önderliğinde Türk burjuvazisinin bir savaş programıdır; yeni güvenlik konsepti “tehdidi yerinde yok et” adı altında doğrudan saldırı eksenli konsept olarak geliştiriliyor. .

Yeni ulusal güvenlik konsepti sadece güney sınırlarıyla, Batı ve Güney Kürdistan’la sınırlı değildir.

Bu politikanın bir de Ege denizi ve adalar ayağı var. Diktatörün şu sözleri meseleyi açıklıyor: ”Karşımızdakilerin hak hukuk adalet gibi bir dertleri yok. Haklarımıza göz dikenler meydanın boş olmadığını bilsin. Akdeniz'de en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye'nin balıkçılıktan yüzde 1 alacağı bir düzene razı olmayacağız. Ege'deki egemenliği kendine ait olmayan ada, adacık gibi kendileri hazırladığı projeyle ortaya çıkanlar meydanın boş olmadığını bilmeliler. Ülkemize emrivaki yapılmasına izin veremeyiz”. (23 Ara 2019 tarihli Sabah gazetesinden)

Bu politikanın bir de Batı Trakya cephesi de var.

Bu politikanın Kıbrıs eksenli Akdeniz cephesi de var: Uzatmaları oynayan Kıbrıs sorunu, bölünmüşlüğün bir biçimde resmileştirilmesiyle sonuçlandırılabilir. Son dönemlerde Kıbrıs adası ve çevresinde keşfedilen enerji yatakları ve devam eden sondaj çalışmaları bu sahada rekabetin şimdiye kadar olduğundan daha da keskinleşeceğini göstermektedir. Türk burjuvazisini bu rekabet dışında kalmayacaktır.

Bu politikanın bir de Kafkasya cephesi var: Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan'da da askeri faaliyet sürdürmektedir.

Bu da yetmiyor. Uluslararası alanda “teröre karşı mücadele” adı altında Türkiye, Irak, Somali ve Katar'da askeri üsler kurdu, Sudan’a “el attı”. Bu durumda Türk burjuvazisi, Alman emperyalizminin Almanya'nın çıkarlarını Hindikuş'unda savunmak için Afganistan işgaline ve savaşına katıldığı gibi, Türk sermayesinin çıkarlarını korumak için Katar, Somali, Afganistan ve Sudan'a uzanmak gerekir anlayışındadır.

Şimdi buna Libya da eklendi.

Daha önce Rojava, şimdi de Doğu Akdeniz ve Libya için atılan savaş naraları, “kılıç” şakırtıları, dizginsiz şovenizm ve militarist açıklamalar yeni ulusal güvenlik konseptinin bir savaş programı olduğunu yeteri kadar açıklıyor: “Önleyici vuruş hakkı”, “düşmanı bulunduğu yerde, sınır ötesinde imha etme” kavramları yeni ulusal güvenlik konseptinin belirleyici ögeleri olmuştur.

2) Fransa, sömürgeci güç ve bu ülkeler üzerinde “hak sahibi” olduğu; buraların kendisinden sorulacağı anlayışı içinde hareket ediyor. Ama bu ülkelerin hiçbirinde de istediği gibi etkili olamıyor.

Fransız emperyalizmi, AB ve Kuzey Afrika'da giderek etkisizleşiyor. Saldırganlığının esas nedeni bu. Bu nedenle Almanya karşısında askeri üstünlüğünü koz olarak kullanmaya çalışıyor ve bölgeyle ilgili AB'nin askeri ve diplomatik ilişkilerinin Fransa üzerinden sürdürülmesini istiyor.

AB'nin doğu genişlemesini kontrolü altında tutan Almanya, Rusya ile ilişkilerini derinleştirme ve kapsamlaştırma çabası içinde. Bu da Fransa'yı oldukça rahatsız ediyor. Önemsizleşen AB, önemsizleşen Fransa'nın Almanya ile çelişkilerinin keskinleşmesi demektir.

ABD'nin de Libya'da önemli sayılacak ekonomik yatırımları yok. Ama Libya Amerikan emperyalizmi için ekonomik açıdan potansiyel önemlidir. Dolayısıyla ABD açısından Libya şimdilik siyasi ve askeri olarak önemlidir.

Kuzey Afrika'da savaşın sadece Libya'ya karşı olmakla sınırlı olmadığı, Afrika kıtası üzerinde Çin ve Batılı emperyalist güçler arasındaki rekabetten de; daha doğrusu Çin'in Afrika'daki yayılmasından da anlaşılmaktadır. Çin Ticaret Bakanlığı verilerine göre, NATO Libya'yı bombalamaya başladığında 75 büyük Çin işletmesi Kaddafi rejimiyle toplam 18 milyar dolarlık anlaşma yapmıştı. Savaşın devam etmesi ve Bengazi muhalefetinin hakimiyeti durumunda Çin'in zararı büyük olacaktır.

Bu savaşın en önemli nedeni belki de Çin'dir. Çin, neredeyse Afrika'nın yarısını satın almış durumda;1995'te Çin'in Afrika ülkeleriyle ticaret hacmi ancak 6 milyar dolardı. 2010'da bu miktar 130 milyar doları aştı. Güney Afrika Standard Bank'ın tahminine göre Çin'in Afrika'daki doğrudan yatırımları 2015 yılına kadar 50 milyar doları aşabilir. Çin petrol ihtiyacının yüzde 28'ini Afrika ülkelerinden sağlıyor ve sürekli de yeni petrol yatakları elde etmeye çalışıyor.

Çin, sadece ekonomik faaliyetiyle değil, siyasi faaliyetiyle de Afrika ülkelerinde etkili oluyor; yeni okul ve yol yapıyor; düşük faizli kredi veriyor. Bundan dolayı örneğin Angola, Çad, Nijerya, Sudan, Uganda, Etiyopya IMF kredilerinden vazgeçerek Çin'den kredi aldılar.

Çin'in bu yayılmasından en çok rahatsız olan Amerikan emperyalizmidir; ne pahasına olursa olsun Çin'i Afrika'da durdurmaya, bir “Çin Afrikası”nın oluşmasını engellemeye çalışıyor.

NATO çerçevesinde emperyalist güçler, başta da Amerikan emperyalizmi, Libya saldırısıyla yeni bölgesel bir savaş alanı oluşturdular. Ortadoğu (Filistin ve Irak) ve Orta Asya (Afganistan) ile birlikte jeostratejik olarak birbiriyle sıkı bağ içinde olan üç bölgede dört savaş alanı açıldı. Buna Suriye de dahil olabilir. Bu bölgesel savaş alanları, Amerikan emperyalizminin dünya hakimiyeti jeopolitikasının ve NATO'nun yeni genel konseptinin-askeri planının bir parçasıdır.

3) Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, Kongo Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Felix Tshisekedi, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun, BM'nin Libya Temsilcisi Ghassan Salame ile Afrika Birliği ve Arap Ligi temsilcileri katıldı bu konferansa. Ayrıca Çin'i Çin Komünist Partisi (ÇKP) Dışişleri Çalışma Komitesi Ofisi Başkanı Yang Cieçı, Birleşik Arap Emirlikleri'ni (BAE) Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid Al Nahyan temsil ettiler. (Basından)

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi