“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ya da Faşist Diktatörlükle Uzlaşma Planı

Burjuva muhalefet partileri, demeç ve deklarasyonlarında parlamenter rejime geri dönüşü, daha fazla dillendirmeye başladı. Burjuva muhalefet partilerinin ufku, burjuva düzen kurumları olarak parlamentarizmle sınırlı. Onlar için asıl ve temel olan burjuva düzenin sürmesi ve yasallığı ki, bu da onları seçimler ve parlamento yoluyla iktidara gelme stratejisine sımsıkı bağlıyor.

Ayrıca TÜSİAD ve dünya mali sermayesinin, Erdoğan faşizmini desteklemesine rağmen, tek ata oynamadığını hissettirmesi diğer başlıca etken. Bu durum burjuva muhalefeti parlamenter rejim konusunda cesaretlendiriyor.

Daha önemlisi de geniş kitleler, genişletilecek “millet ittifakı” yoluyla Erdoğan faşizminden daha kolay kurtuluş sağlanacağı beklentisi içinde. Burjuva muhalefet partileri bu beklentiye cevap olarak “güçlendirilmiş parlamenter sistem”i öneriyor, kitle desteklerini bu öneriyle büyütmeye çalışıyorlar. Kitleleri burjuva düzene ve parlamentarizme bağlamak, bu yöndeki umut ve hayallerini beslemek burjuva düzen partilerinin varlık koşulu oluyor.

Kitlelerin seçimler ve parlamento yolundan faşist şeflik rejiminden kolayca kurtulunabileceği hayaliyle mücadele, burjuva muhalefet partilerinin politik dikkat merkezini oluşturan ve emekçi sol hareket içerisinde güçlü etkiler yaratan “güçlendirilmiş parlamenter sistem” diye tanımlanan antidemokratik parlamenter restorasyon plan ve programının; sürekli ve sistematik sergilenmesini kitlelerin devrimci hazırlığının öncelikli görevleri içerisine yerleştiriyor.

Parlamentarizm

Tarihsel olarak burjuvazi yönetime parlamento aracılığıyla katılmaya başladı. Ekonomik olarak egemen hale gelmeye başlamasının sonucu olarak, parlamentoyu siyasi etkinlik aracı olarak kullanan burjuvazi, burjuva devrimlerin sonucu veya aristokrasiyle uzlaşarak siyasi iktidarı aldıktan sonra da diktatörlüğünün demokratik örtüsü olarak kullandı.

Halkı arkasına bağlayarak siyasi bakımdan da güçlenmenin şiarları olarak kullandığı eşitlik ve özgürlükten tabii ki anladığı burjuvaların mülk sahipliğindeki eşitliği ve ticaret özgürlüğüydü. Fransız devriminin ortaya çıkardığı demokratik burjuva cumhuriyetinde, burjuvazinin demokrasi ve özgürlük bakımından en ileri parlamenter devlet biçimi altında bile:

“Kalımlı hak, gerçekleşmesini burjuva adaletinde buldu; eşitlik, yasa karşısında burjuva eşitliğine indirgendi; burjuva mülkiyeti, insanın temel haklarından biri ilan edildi.” 1

Burjuvazi özgürlük adına aristokrasinin ayrıcalıklı özgürlüğü ve değiştirilemez dinsel özgürlük yerine “o tek insafsız özgürlüğü, ticaret özgürlüğünü koydu.”2

“Ama, öte yandan, demokrasi yurttaşlar arasındaki eşitliğin, herkese eşit olarak, devletin biçimini belirleme ve onu yönetme hakkının resmen tanınması anlamına da gelir.”3

Bu, işçi sınıfı ve ezilenlerin, politik özgürlüğünün, söz, toplanma, eylem hakkının da kabulünü ve yasayla tanınmasını da kapsıyordu.

Burjuvazi, demokrasisinde bu hakkı resmen tanırken, iktidarının güvencesini elbette devlet ve sermaye gücünü elinde tutuyor olmasıyla sağlıyordu.

Burjuvazi sınıf mücadelesine bağlı olarak burjuva demokrasisinden daha gerici hatta faşizan olan biçimlerine değin geniş yelpazeyi kapsayan rejimlerini uyguladı. Burjuvaziye bu imkânı veren devlet gücünü elinde tutuyor olmasıydı.

Burjuvazi, diktatörlüğünü parlamento peçesiyle örterken, işçi sınıfı ve ezilenlerin politik özgürlüğünün varlığı veya yokluğuna göre rejiminin niteliği değişse de parlamentoyu hep demokrasinin mabedi olarak propaganda etmekten hiçbir zaman vazgeçmedi.

Fakat iktidarı tehlikeye düştüğü oranda, parlamentoyu koruyarak da bir kenara atıp çıplak terörcü diktatörlüğüyle de işçi sınıfı ve ezilenler için baskıcı yüzünü ve diktatörlüğünü göstermekten kaçınmadı.

Bu tarihsel deneyimler gösterdi ki parlamento, parlamentarizm, burjuvazinin kliklerinin siyasi temsilcileri vasıtasıyla iktidarı yönetme ortak çıkarlarının aracıdır, rejimidir. Lenin’in vurguladığı gibi; “Belirli bir süre için parlamentoda halkı, yönetici sınıfın hangi bölümünün ayaklar altına alacağına, ezeceğine, dönem dönem karar vermek: yalnızca anayasal parlamenter krallıklarda değil, en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentarizminin gerçek özü”dür.4

Bu gerçek, burjuva rejimler arasındaki farkları, parlamentonun varlığıyla yokluğunu, parlamentonun hangi gerici faşizan baskı, yasa ve politikalarla birlikte varlığını, politik özgürlüğün ne düzeyde var olup olmadığını, işçi sınıfı ve ezilenler açısından önemsiz kılmaz. Bu farklar işçi sınıfı ve ezilenlerin hangi koşullarda ve olanaklarla mücadele yürütmesi gerektiği bakımından önem taşırlar. Ayrıca parlamenter seçimler, aldatıcı ve ikiyüzlü burjuva sahtekarlığının aracı olsa da işçi sınıfı ve ezilenler, siyasi temsilcileri aracılığıyla, daha geniş kitlelerini bu gerçek hakkında aydınlatabilmek için seçimleri ve kürsüyü ajitasyon-propaganda aracı olarak kullanmayı reddetmezler.

Komünistler ve devrimciler, parlamento kitleler için siyasi miadını da dolduruncaya değin, kitle mücadelelerinin yanı sıra ve onu geliştirme amacına bağlanmış olarak bu alanı mücadelenin hizmetine koşarlar. Fakat iktidar organları olarak parlamentarizm yerine ezilen kitlelerin irade ve siyasi gelişmelerinin doğrudan ve hareketli olarak yansıdığı biçimleri önerirler.

İşçi sınıfının siyasi temsilcileri, mücadele deneyimlerinin ortaya çıkardığı Paris Komünü tipi, Sovyetler tipi iktidar organlarını, günümüzün yükselecek mücadeleleri içinden doğrudan demokrasi biçimleriyle daha geliştirilecek biçimlerini alırlar, eskiyi asar-ı antika müzesine gönderirlerken yeniyi yükseltirler.

Söylemde ve Pratikte Farklı Parlamentarizm

Parlamentarizmin en karakteristik özelliği, burjuva partilerin bütün yurttaşlara politik özgürlüğe (ekonomik sosyal haklara da) ilişkin vaatleriyle pratiği arasındaki ikiyüzlülüğün sembolü olmasıdır.

Fakat Türkiye’de burjuva muhalefet, yalnızca vaatleri ile pratiği arasındaki ikiyüzlülüğüyle karakterize olmakla kalmıyor. Faşist şeflik rejimine alternatif olarak sunduğu parlamenter rejime ilişkin belirsizliği, sakınganlığıyla da niteliğini sergiliyor.

Burjuva muhalefetin kendisini en demokratik göstereninden başlayalım.

CHP parlamenter rejime geri dönüş önerisini kararlılıkla bile yapamadı. “Parlamenter sisteme geri dönme” söylemini adım adım artırdı.

Okuyucusu olmayan dijital Millet gazetesinde kâğıt üzerinde demokratik haklar savunusuyla birlikte parlamenter rejime geri dönmeyi öngördüğünü yazdı. Fakat kamuoyuna, özellikle halk kitlelerine seslenirken Kılıçdaroğlu ve diğer CHP yöneticileri, bunu yüksek sesle dile getirmekten önce kaçındılar. Kılıçdaroğlu ancak kısık sesle Akşener’in partisini ziyaretinde kamuoyuna parlamenter rejime dönüş müjdesini verdi.

Son 37. olağan CHP kurultayında Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında ve 2. Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde parlamenter restorasyon Saray diktatörlüğüne karşı daha açık dile getirildi:

“Birinci hedefimiz, yeni bir anayasa ile güçlendirilmiş demokratik parlamenter sisteme geçmektir... yeni bir anayasa yapılacaktır... Cumhurbaşkanının tarafsız olması sağlanacak... Kuvvetler ayrılığı esas olacak. Yargı bağımsızlığı kesin olarak sağlanacak.”

“Seçim yasası değişecek. Milletin vekilini millet seçecek. Seçim barajı kaldırılacak.”5

CHP açısından en önemli seçim çalışmalarından biri olan devlet başkanı seçiminde adayı Muharrem İnce ve kampanyayı yürüten CHP, parlamenter restorasyonu yüksek sesle dile getirmekten kaçınmışlardı. Hatta öyle ki İnce havaya girerek başkan olunca neler yapacağını heyecanla açıklamıştı. Özgürlüklere ilişkin OHAL’i hemen kaldıracağını söylemiş, ekonomiyle ilgili vaatlerini sıralamış, fakat başkanlık rejimini sona erdirme vaadini vermeye çok da gerek görmemişti:

“OHAL’i derhal kaldıracağız. Hakkını, hukukunu arayabileceğin bir adalet düzeni kuracağız. Türkiye özgürlükler ülkesi olacak. Size söz veriyorum!”6

İYİP lideri Akşener de parlamenter rejime yeniden dönüşü giderek daha yüksek sesle dile getirse de başlangıçta hemen hiç dillendirmiyordu. Vurgu yaparak dillendirdiği dönemeç 04 Haziran 2018 tarihli CHP genel merkezini ziyaretinde Kılıçdaroğlu ile devlet başkanı seçimi öncesi görüşmesiyle oldu:

“Meral Akşener, Kılıçdaroğlu ile iyileştirilmiş parlamenter sistemi oluşturma konusunda gözlem ve bilgilerini paylaştığını belirtti.”7

Sonrasında vurguyu devam ettirmeye özen gösterdi:

“İnsanlar nefes alamıyor. Biz bir çözüm önerisi ortaya koyduk: İyileştirilmiş, güçlendirilmiş parlamenter sistem.”8

İYİP, programında burjuva çoğulcu demokratik bir parlamenter rejimden yana olduğunu belirtmesine rağmen bir süre bu talebi yükseltmekten ve Saray rejimiyle rekabete girişmesinin başlıca bir aracı yapmaktan sakındı. Kamuoyu önünde dile getirdikten sonra ise, bu kez de Saray’daki resepsiyona katılma tavrı gösterdi. Erdoğan’dan “yerli ve milli” iltifatını aldı, başkanlık rejimi tutmadığı için Erdoğan’ın kendisinin parlamenter rejime dönüşü sağlayacağı –sağlarsa hükümet ortaklığına partisinin girebileceği- açıklamaları yaptı:

“Ama ben iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme Sayın Erdoğan'ın geçeceğini düşünüyorum. Bu konuda adım atacağını düşünüyorum. Dolayısıyla böyle bir adım atıldığında, buyurun bakalım dendiğinde zaten o zaman ittifak nasıl olacak o konuda da bir şey söylemek mümkün değil. Arızalarında(n), enfekte olmuş alanlarından arındırılmış bir parlamenter sistemden bahsediyoruz." 9

Akşener gazetelerin Ankara temsilcileriyle yaptığı söyleşideki bu sözleriyle, parlamenter rejime dönüşü, Erdoğan’la iş birliği içinde halletmeyi dile getirmekle de kalmıyor. “Enfekte olmuş alanlarından arındırılmış” parlamenter rejimden kastettiği, besbelli ki burjuvazinin yürütme yetkilerini hızlı ve etkin kullanacağı düzenlemelerin yapılacağı bir parlamenter rejimdir.

Buradan şuna varmak isabetli olacak; CHP ve İYİP, antidemokratik parlamenter restorasyonu program edinirlerken, bu amacı, Saray diktatörlüğüyle iktidar rekabetine giren bir çatışmayla değil, hatta kamuoyunu bu amaçla sınırlı bir politik kışkırtmaya girişerek bile değil, uzlaşma, üstten bir anlaşmayla gerçekleştirmek istiyorlar. Tabii ki Erdoğan’ın şahsına hürmetlerinden değil, şimdiki şefi Erdoğan’ın diktatörlüğü altında da olsa burjuva devletin siyasal krize girmemesi için, aralarındaki çatışmadan halk sınıflarının ve ezilenlerin cesaretlenerek kendi bağımsız hareketlerini yükseltmelerine imkân vermemek için.

CHP ve İYİP, bu tavır ve tutumlarıyla, dönmek istedikleri parlamenter rejime, hem diktatörle uzlaşarak, mümkün olduğunca halkı mücadeleye kışkırtacak keskin rekabet ve söylemden kaçınarak varmak istiyorlar. Hem de arızalarından arındırılmış, yürütme ve hükümetin, hızlı karar alabileceği yetkilerle donatılarak güçlendirildiği bir parlamenter rejimi amaçlıyorlar.

Bunu, halka ve demokratik güçlere yönelik “iyileştirilmiş”, “demokratik” parlamenter rejim laflarıyla satarlarken, burjuvazi, bürokrasi ve emperyalist tekeller ve devletlere de güçlendirilmiş parlamenter rejim diye güvence vererek propaganda ediyorlar.

Bu sonuç Erdoğan diktatörlüğünün HDP’li (iki de CHP’li) parlamenterleri tasfiye ve zindan yasa ve kararlarına kolaylık sağlayan koltuk değnekçiliği pratiklerinden, Erdoğan’ın uyguladığı faşist devlet terörünü bazen sessiz kalarak zımnen ve bazen de “teröre karşı ne yapmak istiyorsan söyle, destek verelim” sözlü onay ve desteklerinden de rahatça çıkarılabilinir.

Ayrıca İYİP’in seçimlerde HDP’ye karşı MHP’yi destekleyen tavrından da kolayca bu sonuca varılabilir.

Parlamenter rejime geri dönüşü başlıca program edinip, “seçimle gelen seçimle gitsin” kuralını programına yazıp da demokratik güçlerin parlamenterlerinin tasfiye edilmesine ses çıkarmamak, burjuva muhalefetin nasıl bir parlamento istediğini de gösteriyor: demokratik, devrimci güçlere yasaklanmış parlamento! Burjuvazinin siyasal olarak yönetmesini kolaylaştıran, onun açısından güçlendirilmiş parlamenter rejim!

Demokrasi Mi Gerici Diktatörlük Aracı Mı?

CHP, son kurultay sonuç deklarasyonu 2. Yüzyıl Beyannamesi’nde ve kamuoyuna seslenirken sözlü demeçlerle, seçim broşürlerinde, “demokratik parlamenter sistem” öneriyor:

“1- Yeni bir anayasa ile güçlendirilmiş demokratik parlamenter sisteme geçeceğiz. Partili ve yanlı cumhurbaşkanlığı uygulamasına son verilecektir.

Kuvvetler ayrılığı esas alınacak gerekli denetim mekanizmaları kurulacak, yargı bağımsızlığı sağlanacak.

Düşünceyi ifade, örgütlenme ve basın özgürlüğü koşulsuz güvence altına alınacaktır. Meslek ve sivil toplum üzerindeki baskıya son verilecek. Medya özgürlüğü evrensel ölçülerde güvence altına alınacaktır.”10

Öncelikle Beyanname’nin ana ekseni yeni bir anayasa ile parlamenter rejime geçiştir.

Ayrıca bazı demokratik haklar da önemli vaatler arasında. Eylem özgürlüğü eksik kalsa da propaganda ve kitle örgütlenmesi özgürlüğü vaat ediliyor. Fakat bununla çelişkili halde faşist devlet terörü ve bağlı yasaların derhal tasfiyesi vaadi verilmeyerek nasıl bir demokrasi amaçlandığını sergilemiş oluyor. ‘90’lı yıllarda Baykal liderliğindeki CHP, DGM’lerin tasfiyesini önerirken resmi adı TMY olan devlet terörü yasasını neden kaldırmamak gerektiğini, devletin faşist bir baskı yasasına güvenliği açısından ihtiyacı olduğunu vurguluyordu. Aynı anlayış sürüyor.

Kürt sorununda ise parlamenter yolla ve demokrasi temelinde çözümleneceği vaadi verilirken, bununla üniter yapının güçlendirileceği güvencesi ileri sürülüyor ki demokratik özerkliği dıştalayan sınır çekiliyor. Ayrıca “yeni bir merkez yerel dengesi” vaadi belediyelerin yetkisini ve bütçesini biraz artırma ötesine geçmeyen bulanıklıkla bölgesel özerkliği dışta bırakma kesinleştiriliyor. Dahası, “tüm terör örgütleriyle tavizsiz mücadele” deklarasyonuyla orduya, polise, ulusalcı, milliyetçi, muhafazakâr bütün güçlere karşıdevrimci, şovenist sömürgeci güvence veriliyor:

“Başta Kürt sorunu olmak üzere tüm sorunlar demokrasi temelinde TBMM öncülüğünde çözülecek. Türkiye’nin... üniter yapısı güçlendirilecektir. Kürt sorununu egemen güçlerin manivela alanı olarak kullanmasına asla izin vermeyeceğiz.

… tüm terör örgütleri ve yeraltı suç örgütleriyle mücadele ödün verilmeksizin sürdürülecek.”11

Belediyelere kayyuma son vereceklerini belirten Beyanname, ne zindana atılan vekiller, belediye başkan ve yöneticileri, aydınlar, gazeteciler, sosyalistler, HDP’lilerle ilgili özgürlük vaadi ne de diktatör Erdoğan ve tetikçilerinin katliamları ve zulmü nedeniyle yargılanacakları sözünü veriyor!

CHP’nin dönmeyi önerdiği parlamenter rejime eklediği demokratik haklar ve demokrasi, vaat düzeyinde bile sınırlı, üstelik karşıdevrimin faşist baskı araçlarını-TMY, F tipi, JÖH ve PÖH, İmralı tecrit zindanı, yürütme ve valilerin olağanüstü yetkileri, sınırlı ekonomik grev hakkı üzerinde yürütmenin engelleme yetkisi gibi- alenen savunmasıyla, “bütün terör örgütlerine karşı mücadele tavizsiz sürdürülecek” saldırganlığıyla birleştiğinde, bu vaatlerin sınırlılığı daha kolay kavranabilir. Dahası, burjuva partilerin her zaman demokrasiye ilişkin söylemiyle eylemi arasında büyük açı farkı, hatta bazen tersine dönen bir ilişki vardır.

Bu durum, CHP için de geçerlidir. Nitekim CHP, parlamenter rejim savunusuna rağmen Erdoğan’ın parlamentoyu fiilen tasfiye eder/hukuken yetkisiz kılarken HDP’ye saldırısında, dokunulmazlıkların kaldırılmasının referanduma kalmadan gerçekleşmesine destek verdi. Hem de Kılıçdaroğlu, partisinin MYK’nın aksi yöndeki kararına rağmen bu kararı tek başına verebildi. Üstelik sonradan kendisine karşı Çubuk linçinin örgütleyicisi olacak Hulisi Akar’dan, Erdoğan’ın kanlı faşizmini birlikte uyguladığı bu İslamcı faşist generalden brifing alarak tavır değişikliğini gerçekleştirmede beis görmedi.

2015 Çöktürme Planı’yla başlayarak Erdoğan’ın Saray faşizmini inşa etmesine karşı önce Saray’ın meşru olmadığı ajitasyonu yapan CHP, sonradan tavrını değiştirerek Yenikapı Milliyetçi Cephesi’ne katıldı. Faşist şeflik rejiminin inşasına tavrıyla destek verdi. Yeni tipte faşist rejimi inşada kilometre taşları olan Suruç, Ankara 10 Ekim katliamları ve Cizre-Sur vahşetini doğrudan örgütleyerek gerçekleştiren Erdoğan faşizmi olduğunu bildiği halde, Erdoğan’ı suçlu göstermekten kaçındı. Bu tavrını sürdürüyor.

Faşist rejimin her zayıfladığı kritik dönemeçte işgal ve savaşları kendisini tahkim etme ve kalıcı kılmada başlıca araç olarak da kullandığı biliniyor. CHP bu kritik anların çoğunda Erdoğan’ın savaş tezkerelerine onay vererek de faşizme koltuk değnekliği yapmakta sakınca görmedi.

Saray’la uzlaşan, Erdoğan faşizminin kendisini inşada gerek parlamentoyu yetkisizleştirdiği zaman gerekse en vahşi saldırıları yaptığı zaman onunla uzlaşan partinin önerdiği/inşa edeceği parlamenter rejim, demokratik vaat ve sözlerle ambalajlansa da gerçekte halk için demokratik değil antidemokratik olacaktır.

Demokratikliği burjuva partiler için çoğulcu olmasıyla ve hükümete gelme imkanında burjuva partilere fırsat eşitliği sağlamasıyla sınırlı kalacaktır.

Böyle olacağı gerçeğini CHP’nin kendisi başka bir yolla da kanıtlıyor. Gerek seçimlerde ve gerekse devlet başkanı adayı çıkarırken “merkez sağ”dan SP’ye değin parlamenter rejimden yana olan bütün partilerden aday göstererek ve ittifaklar kurarak “merkez sağdan sosyal demokratlara” uzanan burjuva siyasal yelpazeyi ayakta tutarak nasıl bir parlamenter rejim inşa edeceğini de gösteriyor. Önce MHP’yle ittifak kurdu, sonrasında “Millet İttifakı” olarak İYİP ve SP ile devam etti. Devlet başkanlığı ve belediyelerde bu ittifakı sürdürdü. Değişik burjuva kalemler çok akıllı seçim taktiği olarak bunu övseler de CHP’nin boşalan “merkez sağ”ı doldurmak, onu kollayacak tarzda sermaye oligarşisinin “merkez”i temsilcisi olmak amacıyla bu atakları yaptığını okuyabilmek daha doğrudur.

İYİP’e gelince... MHP’den koparak ve DYP’nin bazı unsurlarını saflarına katarak oluşturulan bu parti belirttiğimiz gibi çoğulcu burjuva parlamenter rejime dönüşü savunuyor. Hatta programında demokrasi ve adil yargılamayı da vaat ediyor:

“Çağdaş demokrasiler güç zehirlenmesini, seçilmişlerin görev sürelerini sınırlama, kuvvetler ayrılığı, hesap verme zorunluluğu, denge ve kontrol sistemleri ile çözümlemişlerdir. Kural olarak seçim ile gelen seçim ile gitmelidir.

Biz boş bir alanda, her şeyi sınırlayarak siyaset yapamayacağımızın bilincinde olarak yapılan yanlışları ortadan kaldıracak ve doğru yapılanlara sahip çıkacağız.

Doğrunun arayışında, adil, tarafsız, bağımsız, çağdaş bir hukuk düzenini, hukukun üstünlüğünü ve birey haklarını esas alan, demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü yeni bir anayasa yapacağız.

Adil yargılanma hakkını mutlaka sağlayacağız.”12

Fakat pratikte, parlamentodan alınıp zindana atılmış HDP’li vekillerin özgürlüğüne ilişkin tek söz sarf etmekten bile kaçınıyor. Hatta HDP’yi kan davalı hasmı olarak göstermekten de geri durmuyor. Seçilmiş belediye başkanlarına ilişkin de aynı tavrı takınıyor. Devrimci, demokrat güçlerin zindana atılmalarına ilişkin kimi zaman sözle de fiilen ise her defasında Erdoğan faşizmine destek veriyor.

Lafızda demokrasi ilanına yer verdiği programında bile “Tüm terör örgütleriyle askeri, siyasi, ekonomik, sosyal ve psikolojik tüm araçlar kullanılarak kararlı bir mücadele yürütülecektir.”13 saldırganlığını yazmaktan uzak durmamaya özen gösteriyor. Demokratik halkçı güçlere demokrasi tanımayacağını programında açıklıyor.

Kürt sorunundaki sömürgeci tavizsizliği çok daha şiddetli. Hem Kürtlerin varlığını reddediyor hem de tavizsiz askeri imhayı program ediniyor:

“Partimiz Doğu ve Güneydoğu meselesinin kalıcı çözümü için; güvenlik kuvvetlerimizin hiçbir taviz vermeden terör örgütüne karşı silahlı mücadelesini devam ettirmesini, terör örgütünün (…) askeri bakımdan mutlaka yenilmesini temel politika olarak benimsemektedir.”14

Pratikte de Erdoğan faşizminin yalnızca devrimci harekete ve Kürt ulusal özgürlük hareketine karşı tasfiyeci, imhacı ve soykırımcı zulmünü desteklemekle sınırlı kalmadı. Kuzey Suriye, Rojava ve Kandil’e, Erdoğan’ın gerçekleştirdiği sömürgeci savaşları da var gücüyle destekledi.

İYİP’in içte JÖH, PÖH, TMY, F tipi ve İmralı tecrit zindan sistemini olduğu gibi sürdürmek istediğini tekrarlamaya bile gerek yok. Dahası her şeyi yazdığı programında idam cezasına ilişkin sessizliği ise buna taraftarlığına yorumlanmalı.

Bu karakteristik özellikleriyle İYİP’in parlamenter rejime dönüşte Erdoğan faşizmiyle ortaklık ve Saray’ın hükümetinde yer alma yolu araması kendi niteliğinin kaçınılmaz sonucu.

Erdoğan’ın faşist şeflik rejimini inşada da kullandığı işgalci savaşların hemen hepsine destek vererek, faşizmin inşasına “muhalif” olarak katkıda bulunuyor.

İYİP’in kitle desteği almak için parlamentarizm savunusunu biraz demokratizm ile süsleme çabası ikiyüzlülüğünün zirvesinden başka bir şey değil.

İYİP’in liderlerinin faşist dünya görüşü ve geçmişi, Akşener’in 90’lı yılların faşizminde polis-jandarma bakanı olarak eli kanlı pratiği, parti olarak önerdiği parlamenter rejimin faşist nitelikte olacağını gösteriyor. Hatta şimdiki pratik tavrıyla birlikte ele alındığında 90’lı yılların parlamenter faşizminin yeni bir versiyonunu kurmaya çalışacağı anlaşılıyor.

Erdoğan ve AKP-MHP iktidar bloğuna karşı çıkması zorunluluğu İYİP’i sınırlı bir ölçüde parlamentarizmde daha ılımlı bir noktaya doğru itse de faşist karakterini ortadan kaldırmaya yetmiyor, yetmediği görülüyor.

CHP ve İYİP’in Erdoğan faşizmiyle uzlaşma ve iş birliği, kuşkusuz onların sınıf niteliğinden kaynaklanıyor. Fakat aynı zamanda özgün olarak egemen sınıfın ve devletin siyasi krize batmaması için politika izlemeleri, onları bu yolda daha fazla ilerletiyor. Öyle ki partisel güç kazanma çıkarlarını bile bunun için feda etmelerine yol açabiliyor.

Bu özgünlük dikkate alındığında, burjuva muhalefet, demokratikleşme ajitasyonunu kitlesel güç kazanma imkanından bile vazgeçerek yapmamaya özen gösterecek, kitlelerin mücadeleye katılımını engellemek için daha çok çaba sarf edecektir. Bunun etkisi amaçladıkları parlamenter rejimin beklenenden daha fazla faşist özellikleri barındırması yönünde olacaktır. Güçlendirilmiş parlamentarizm bunu ifade ederken, “iyileştirilmiş”, “demokratik” parlamentarizm ise demokratik özlemlerine hitap edip, kitleleri saflarında toplama demagojisi olarak rol oynayacaktır.

Uluslararası burjuvazinin 90’lı yıllarda çokça tartıştığı “yönetebilen demokrasi”, halk mücadelelerine yönelik mücadelecilik/baskıcılık anlamında “militan demokrasi” hedefini, burjuva muhalefet “güçlendirilmiş parlamentarizm”le ifade ediyor. Uluslararası ve iç sermaye oligarşisine güvence veriyor.

Sonuç olarak:

Burjuva muhalefet, CHP-İYİP öncülüğünde hedeflediği parlamenter restorasyonla -gerçekleşirse-nasıl bir rejim şekillendirecek? Öncülük eden partilerin söylem, tavır ve politikalarına göre en iyimser olasılıkla faşist şefin ve şefliğin tasfiye edileceği, faşist rejimin temel özelliklerinin korunacağı parlamenter bir rejim. Millet ittifakına katılmış ve yeni katılacak küçük diğer partilerin politikaları CHP-İYİP’ten daha ılımlı değil.

Erdoğan faşizmine karşı olan geniş kitlelerin beklentisi; ne derece gerçekleşeceğinden bağımsız olarak, 2023 seçimiyle az çok demokratik koşulların sağlanacağı parlamenter bir rejime kavuşmak yoluyla faşizmden kurtulmak.

Oysa burjuva muhalefetin dönüşü amaçladığı parlamenter rejim antidemokratik, Kürt ulusal özgürlük mücadelesine karşı sömürgeci faşist, devrimci harekete, işçi sınıfı ve kitle hareketine karşı faşist yasa ve kurumları devam ettirecek bir rejim. Fakat gerek kitlelerin beklentisi gerekse bu beklentiyi dikkate almak zorunluluğundaki burjuva muhalefet ve ilişkideki sermaye oligarşisi ile dünya tekelleri, gerekse faşizme karşı süren direniş, faşist şefin iktidardan gitmemek için kullanacağı şiddete karşı halk hareketinin olası gelişmesi vb. bütün bu etkenler belirleyici olacak, sonucu da etkileyecektir.

Faşist şeflik rejimi, kaybedeceği seçime girmez ve girerse de kaybetmemek için her türden hile ve saldırganlığı uygulamaya çalışır. Dolayısıyla demokratik özlemleri olan geniş kitlelerin 2023 seçimine ilişkin kolaycı beklentisi sübjektif ve hayalci bir yanılgı. Beklentinin yarattığı daha tehlikeli sonuç ise faşizme karşı mücadelesizlik.

Oysa faşizm, sosyalist, demokratik, anti sömürgeci özgürlükçü, kadın kurtuluşçu, ekolojik mücadele ve gençlik hareketi için dizginsiz bir kudurganlık, savaş cehennemi, kanlı ve talancı sermaye birikimi için işçi sınıfı ve ezilenlerin emeğinin talanıdır.

Faşist şef ve şeflik rejimi tasfiye edilerek, faşizmin temel özellikleri korunarak güçlendirilmiş parlamentarizm hedefiyle, ama demokrasi vaadiyle beklenti yaratarak antifaşist kitleleri oyalayan burjuva muhalefetten kopuşarak güncelde faşizme karşı mücadeleyi büyütmek, faşizmi yenmenin ve faşizmden kurtulmanın yegâne yoludur.

Notlar

1 Engels, Ütopik sosyalizm Bilimsel Sosyalizm, sf.57, sol y.

2 Marx-Engels, Komünist Manifesto, sol y.

3 Devlet ve Devrim, sf.132

4 Devlet ve Devrim, sf.63

5 https://dokuz8haber.net/gundem/politika/kilicdaroglundan-13-maddelik-beyanname-yeni-bir-anayasa-ile-parlamenter-sisteme-gececegiz/

6 https://twitter.com/vekilince, 15.06.18

7 https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kilicdaroglu-ile-aksener-parlamenter-sisteme-donusu-konustu-988621

8 https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-51205470

9 https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-51205470

10 https://www.gazeteduvar.com.tr/politika/2020/07/25/kilicdaroglundan-2-yuzyila-cagri

11 https://www.gazeteduvar.com.tr/politika/2020/07/25/kilicdaroglundan-2-yuzyila-cagri

12 İYİP Programı

13 İYİP Programı

14 İYİP Programı

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi