Gökhan Güneş Kampanyası: Politik Uyanıklık ve Devrimci Kararlılık

Gökhan Güneş’in kaçırılmasına ve kaybedilmek istenmesine karşı yürütülen sonuç alıcı mücadele faşist şeflik rejiminin kaçırma-kaybetme politikasını çok güçlü biçimde teşhir etti ve onu suçüstü yakalayarak gerçek bir politik yanıt verdi. Değişik dönemlerde ve sayısız örneklerde görüldüğü gibi Türk burjuva devletinin sömürgeci-tek tipçi kodlarında kaybetme politikası vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin daha kurulma sürecinde 15’lerin Karadeniz’de katledilmesi, Osmanlı Sosyalist Fırkası lideri Hüseyin Hilmi Bey, İttihatçı muhalif Ali Şükrü Bey ve Sabahattin Ali’nin, 12 Eylül faşist askeri darbesi döneminde Hayrettin Eren ve Cemil Kırbayır’ın, 1990’larda Hüseyin Toraman, Hasan Ocak ve Ayşenur Şimşek’in kaybedilmesi, Kürdistan devrimcilerinin asit kuyularında yok edilmesi, 2015’den sonra Hürmüz Diril, Fetullah Gülen Cemaati ile ilişkili olmakla suçlanan Hüseyin Küçüközyiğit ve son olarak Gökhan Güneş’in kaçırılması, bunun bir devlet geleneği olduğunu ve devletin ihtiyaç duyduğu her dönem kullandığı temel bir politika olarak uygulandığını gösteriyor.

Kaçırma-kaybetme saldırısı bugün faşist şefliğin hareket tarzının bir biçimidir. Burjuva devletin kitle katliamlarını organize eden istihbarat yapısı bu politikayı uygulamaya her zaman zaten hazırdır. Kaybetme politikası 2014’te kararlaştırılan çöktürme planının bir parçasıdır, Suruç Katliamı ile açılan dönemde 2016 başarısız darbe girişiminden sonra güncellenerek aktivize edilmiştir.

Birçok örnekte teşhir edilen faşist devlet Gökhan Güneş’in kaçırılması sürecinde suç üstü edilip cüretkâr bir kararlılıkla ve çok güçlü tarzda üzerine gidildiği için geri adım atmak zorunda kaldı. Bu faşist şeflik rejiminin kaybetme politikasının aldığı açık bir yenilgidir. Politik uyanıklık, cüret, kararlılık ve birleşik mücadele faşist saldırganlığı yenilgiye uğratmıştır. Benzer durumlarda izlenecek devrimci politikanın genel çizgilerini de ortaya koymuştur.

Hüseyin Toraman kampanyası

Gökhan Güneş’in kaybedilmesi saldırısının püskürtülmesinde hiç kuşkusuz Hüseyin Toraman, Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç başta gelmek üzere burjuva devletin kaybetme politikasına karşı Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın olduğu gibi dünyadaki mücadele deneyimlerinin birikimine de yaslanılmıştır.

Hüseyin Toraman, 27 Ekim 1991 tarihinde İstanbul Koca Mustafapaşa semtinde gündüz vakti, telsizli polisler tarafından, plakası belli bir araçla kaçırıldı. Bunun üzerine ailesi, arkadaşları ve yoldaşlarının çabası daha sonraki mücadeleler için kapı aralamış, önemli bir dönüm noktası olmuştur. Hüseyin Toraman’ı kaçıran aracı, plakası, aracı Samatya’da durduran karakol polislerinin ses kayıtlarını kamuoyuna açıkladılar, kaybetme saldırısının faili olarak devlete işaret ettiler. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü M. Ağar’ın “Oğlunuz emniyettedir, merak etmeyin, evinize gidin” sözleri ile devletin sorumlu muhataplığını yakaladılar ve kamuoyuna mal ettiler. Artan kamuoyu baskısı ile dönemin başbakanı, bakanı açıklama yapmak zorunda kaldı, Meclis’te komisyon kuruldu. Devletin kaybetme politikasına karşı bu ilk kapsamlı siyasi kampanya Hüseyin Toraman'ın bulunması amacına ulaşamadı, ancak faşist MGK diktatörlüğünün kaybetme politikasına karşı esaslı ilk siyasi yanıttı ve bir ölçüde caydırıcı da oldu.

“Sağ aldınız sağ istiyoruz”

90’lı yıllarda Kürdistan’daki sömürgeciliğe karşı yükselen ulusal özgürlük savaşı ve Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerin gelişen devrimci-demokratik mücadelesinin büyümesi karşında faşist MGK diktatörlüğü sokak infazları, kaçırma, kaybetme politikasını kapsamlı ve çok saldırgan tarzda devreye soktu. Kürdistan’da ‘beyaz toroslarla’ simgeleşen faili devlet binlerce kaybetme saldırısı bu dönemde gerçekleşti. Bu saldırıların karşısında kimi kısa süreli tepkiler, açıklamalar, çabalar olsa da kapsamlı ve etkili bir siyasal mücadele geliştirilemedi, saldırılar durdurulamadı. Devletin kaybetme politikasını geriye püskürten, uzun bir dönem devreden çıkartmasını sağlayan ise Hasan Ocak’ın kaçırılması ve kaybetme saldırısı karşında geliştirilen etkili büyük mücadele olmuştur.

Yaygınlığı, kitleselliği, değişik kesimlerin çabalarının birleştirilmesiyle kaybetme saldırı ve politikasına karşı devlet üzerinde güçlü ve sonuç alıcı bir politik baskı oluşturulması başarılmıştır. Hasan Ocak’ı kaybetme saldırısına karşı mücadeleyi üç halkada ele almak mümkündür. Hasan Ocak’ın ailesi ve yoldaşlarının merkezinde durduğu kaybetme saldırısına karşı mücadelenin birinci halkasında, “Sağ aldınız, sağ istiyoruz” sloganı ile şekillenen kararlı duruş ve arama çabası ilk eşiktir. Her yandan bu sese seslerin katılması örgütlendi.

Hukuki arayışlardan işgallere, diplomatik temaslardan bakanların açıklama yapmaya zorlanmasına sınırların ortadan kaldırıldığı sayısız ve çok değişik biçimlerdeki eylemler serisi, devlet teşhiri ve fiili biçimler gelişti. “Susma sustukça sıra sana gelecek” sloganı etrafında kenetlenme, bu mücadeleyi kitlelere mal etme çalışmasına dönüştü. Hasan Ocak’ı arama mücadelesi, Ayşenur Şimşek ve Rıdvan Karakoç’u aramayı da kapsayarak daha belirgin çizgileriyle devletin kaybetme politikasına karşı çabaları birleştirdi, genelleştirildi. Muazzam bir kamuoyu duyarlılığı ve desteği oluştu.

Yürütülen mücadele kayıp ailelerini harekete geçirmiş, devletin kaybetme politikasına karşı mücadelenin bir üst düzeye taşınması, örgütlü ve kitlesel bir merkezin inşası bakımından gerçek bir sonuç yaratmıştır. Devletin her yanıyla teşhir olduğu, toplumun çok önemli bir kısmının eylemlere değişik düzeylerde destek verdiği etkili bir siyasi baskı gücünün oluşmasını sağlamıştır.

“Kaybedenlerin listesini istiyoruz”

Hasan’ın 17 Mayıs’ta Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda bulunup 19 Mayıs’ta Gazi Mezarlığı’na uğurlanmasından sonra, geçilen ikinci aşamadan itibaren sorumluların isim listesinin verilmesi, diğer kayıpların engellenmesi için devlet görevlilerinin isimlerinin açıklanmaya başlaması hesap sorma yöneliminin, hakikat ve adalet mücadelesinin zeminlerini, merkezlerini üretmiş, bu anlamıyla gerçek bir hesaplaşma odağı yaratmıştır.

“Hakikat ve Adalet” kavramları ekseninde dönemin temel bir mücadele sloganı olarak, “Kayıpları biliyoruz, kaybedenlerin listesini istiyoruz” ortaya çıktı. Bu slogan ekseninde 25 Mayıs’ta Hasan ocak, Rıdvan Karakoç, Kenan Bilgin ve Hasan Gülünay’ın aileleri Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemine başladılar. Bu mücadele zaman zaman kesintiye uğrayarak bugüne kadar sürdü.

EKB’nin düzenlediği Analar Kurultayı kayıp ailelerini bir araya getirirken, ICAD kurultayları mücadeleyi enternasyonalleştirdi.

Kaçırma-kaybetme saldırısı güncellenerek devreye sokuldu

Eylül 2014’te faşist şeflik rejimi “çöktürme planı” uygulamaya soktu. 20 Temmuz Suruç Katliamı bu planın uygulanmasında bir milat oldu. 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişiminden sonra faşist şef OHAL ve KHK silahlarını eline aldı. Faşist şeflik rejiminin fiili kuruluş sürecinde işkence, suikast ve infazlar, DAİŞ aracılığıyla kitle katliamları, kaçırmalar ve keza kaybetme politikası, gözaltı ve tutuklama terörü Türkiye’nin sivil yönetimler tarihinde görülmedik düzeyde ve yoğunlukta geliştirildi. Gülen cemaati örgütü mensubu olduğu iddia edilen kişiler ile yurtsever Mehmet Bal, devrimci Ayten Öztürk, Keldani Diril ailesi örneklerinde olduğu gibi kaybetme saldırısı yeniden başladı. Doğrudan faşist şefe bağlı MİT (MİT yasasına dayanarak) ile İçişleri Bakanlığı merkezli tüm istihbarat birimleri birleştirilerek bilinmeyen adreslerde, ama bilinen yöntemlerle, kendine “görünmezler” diyen, ama Transporterler ile gezen ve mücadele eden her kesimden insanları kaçırmaya, tehdit etmeye yönelen yeni bir saldırı dalgası başlattılar. Bu siyasi süreçte Gökhan Güneş’in kaçırılmasına ve kaybedilmek istenmesine karşı yürütülen mücadele, faşist şefliğin bu stratejisini boşa çıkarma bakımından her anlamıyla bir eşik olmuştur.

Görünenlerin iradesi üstün geldi

Gökhan Güneş’i İstanbul’da gündüz vakti, kameraların önünde ve görgü tanıklarının şahitliğinde kaçıranlar, adlarının “Görünmeyenler” olduğunu söyledi. Amaçları topluma korku yaymaktı. Görünenlerin cüretkâr ve kararlı mücadelesiyle çok kısa sürede gerçek bir yanıt alarak Gökhan Güneş’i boş bir araziye sağ bırakmak zorunda kaldılar ve yenilgiyi gördüler.

Politik uyanıklık, siyasi cüret ve devrimci kararlılık, faşist şeflik rejiminin kaybetme saldırısına karşı mücadelede başarının birinci koşuludur. Gökhan Güneş’i kaybetme saldırısına karşı mücadelenin temel halkalarından birincisi, kaçırma saldırısının nerede, nasıl, kimler tarafından ve ne şekilde gerçekleştiğinin kamuoyuna açıklanması oldu. Ailesi ve arkadaşlarının Gökhan’ın kaçırıldığı anlaşıldıktan sonra onun kimlerle görüştüğünü, nereye gittiğini tespit edip hızla kaçırıldığı bölgeden kamera görüntülerini fiilen toplamaları, görgü tanıklarının ifadelerini kayıt altına almaları ve bunları İHD’de düzenlenen basın toplantısında kamuoyuna açıklamaları, sosyal medya üzerinden duyurmaları bu birinci halkanın somut hale gelmesini sağladı. Bu uyanıklık ve politik ataklık sayesinde teknik olarak kamera görüntülerinin toplanması, görgü tanıklıkların ses kayıtlarının oluşturulması sağlanmıştır.

Atılan her adım Hasan Ocak çalışmasının zengin deneyimlerine dayanır. Ailenin kararlılığı, direngen duruşu, politik refleks vermedeki inadı, örgütlü mücadeleye yakınlığı bu kaybetme saldırısına karşı çok hızlı harekete geçilmesinde temel faktörlerden birisi oldu. Kaçırma saldırısına karşı mücadelenin en küçük oyalanmaya ve zaman kaybına tahammülünün olmadığını bir kez daha gördük. Harekete geçme ve refleks eylemlerinin duruma yanıt olan hızı devletin suçüstü yakalanmasının ilk adımları ve zemini olmuştur. Hızla harekete geçme refleksi aynı zamanda yoldaşları ve arkadaşlarının uzun süredir kazandıkları politika yapış tarzının bir devamı niteliğindedir. Bu tarz 2015’ten bu yanan politik öncülük çıtasını her seferinde yukarıya çıkaran, kendisiyle birlikte birçok kesimi harekete geçirmekte ısrar eden çizginin yansımalarıydı. Uzun bir süredir yürütülen çeşitli kampanyalar, ortaya çıkan gündemlerde verilen politik refleksler, özel tarihsel mücadele gündemlerinde başta Suruç olmak üzere sokak pratiği, birleşik ya da bağımsız hedefli politika yapma alışkanlığı bu politika yapış tarzını oluşturan unsurlardı. Aynı şekilde 2015’ten bu yana faşist devlet saldırganlığının her türüne karşı sokaktaki ısrarı, adliye ve hapishane önlerini eylem alanına çevirme kararlılığı, gözaltı-tutuklama saldırılarına karşı umudu ve inadı haykırması bu tarzın dönem içindeki pratik adımlarıydı.

Ailenin bükülmez kararlı ve direngen duruşu

Kamuoyuna açıklandıktan bir saat sonra aile ve yoldaşları iki koldan uzun yıllardır “Orada eylem yapılamaz” şeklinde bir toplumsal psikolojinin hâkim kılınmaya çalışıldığı Vatan Caddesindeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü önüne çıkartma yaptılar, gözaltına alındılar, darp edildiler. Diğer yandan ailenin diğer üyeleri ile yoldaşları da yine uzun süredir adalet ve hakikat mücadelesine kapatılmaya çalışılan Galatasaray Lisesi’nin önüne çıktılar.

Aile ile kamuoyuna duyurulduktan hemen sonra çalışmanın merkezi aklının ve iradesinin inşa edilmesi, bilginin ve işlerin koordine edilmesi, işlerin bölünerek işlevli kılınması için merkezi bir komite kuruldu. Nerdeyse her saat komite bileşenleri bir koordinasyon içinde ortaya çıkan en küçük bilgiyi somutlamaya çalıştı, onu kamuoyuna mal ederek gerçek bir seferberlik gerçekleştirdi. Bu beş günlük sürede başta komite bileşenleri olmak üzere onunla yakın ilişki içerisindeki herkes neredeyse her saatini ve anını bu gündem ekseninde yoğunlaştırdı. Hafta sonu yasaklarının aşılması için yapılan planlamanın neredeyse tamamının hayata geçmesi, İkitelli’de temel odak olan karakolun önüne mahallenin içinden ve meydandan geçerek yürüme cesareti, ısrar ve kararlılık ile yeni bir düzey yakalandı. Bu ve bunun gibi hafta sonu yasaklarını tanımayan fiili eylemler emekçi sol parti ve örgütlerin yazılama, pankart asma, sokakta açıklama ve ajitasyon konuşmaları, teşhirler gibi pratiklerin geliştirilmesinde cesaretlendirici, örnek ve ön açıcı oldu.

Daha üçüncü günde komitenin işlerinin artmasıyla birlikte alt birimler oluşturuldu. Konunun kamuoyuna mal edilmesi için ulusal, uluslararası medyanın harekete geçirilmesi, röportaj, haber, bilgilendirme gibi görevler üstlenecek, medya ve sosyal medya komitesinin kurulması ve ona bağlı bir havuz oluşturulması; İkitelli’de aileyle birlikte kalacak, aileyle "yatıp kalkacak" hatta uyumayacak bir mahalle komitesinin kurulması ve mahallenin örgütlenmesi; politik pratiklerin güçlendirilmesi ve diğer örgütlerle birlikte eylem organize etmek için ayrı bir gençlik ve parti komitesinin kurulması; kayıplar mücadelesi veren diğer insanların, ailelerin mücadeleye ortak edilmesi ve Çağlayan Adliyesi önündeki eylem için ayrı bir komite kurulması kararlaştırıldı. Keza hukuki, diplomatik ve uluslararası ilişkileri koordine etmek, savcılık, Ankara’ya gidiş, bakanlıklar ve meclisin muhatap kılınmasını, çözüm üretilemediğinde bakanlık önlerinde oturma, meclisi terk etmeme gibi eylemleri hayata geçirmek üzere merkezi komiteye bağlı bir alt komitede oluşturuldu. Benzer şekilde illerde de başta İstanbul’da olmak üzere bunlara bağlı eylem komiteleri kurulmaya başlandı.

Devletin tasfiyecilik saldırısında fiziken yok etmek, parti şehidi ailesi üzerinden ideolojik yıkım örgütlemek, parti ve mücadeleye güvensizliği örgütlemek, antifaşist direnişçi güçleri hareket edemez duruma getirmek istediğini neredeyse her bir kadro, aile ve arkadaşları kavramış ve bilince çıkarmıştı. İşte bu somut durum hem ideolojik tutum almayı güçlendirdi hem de “Bu sefer kaybetmeye izin vermeyeceğiz” politik iddia ve kararlılığını besledi, daha baştan çarpışmayı bir irade savaşı tarzında kavramayı getirdi. Parti şehidi aile de ikinci bir insanın faşist devletçe katledilmesine izin vermeme duygusu ise neredeyse tartışılmayan ama her bir kadroda gözlemlenebilen çok esaslı bir yandı. Bu durum “Cürette sınır nedir, eylemde sınır nedir, eylem yapma yerinde sınır ya da yasak nedir, gözaltında olmak olmamak önemli midir değil midir, pandemi nedeniyle yasak var ama kimin için yasaklar?” sorularının zuhur ettiği bir eşikten ve berraklaşmadan geçildi. Bu düşünce ve duygunun bütünleşmesi aynı zamanda uzun süredir sosyalistlere yapılan saldırının öfkesini, parti şehidi ailenin duygusuyla, devlete öfkesiyle bütünleşmenin ideolojik mayalanmadaki yeri, kaybetme saldırısının faşizmin en üst düzeydeki saldırı biçimlerinden birisi olduğu ve bütün buna yanıt vermenin her anlamıyla bizim omuzlarımızda olduğu, eğer buna yanıt verilemezse tüm demokratik devrimci mücadeleyi hedefe alacağı fikrinin hayat bulmasına zemin hazırladığı gibi herkes için beş günlük kararlılık, ataklık ve cesaretin de kaynağı olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

İlk anda bu sorular ve yaşanan duygularla başta sosyal medya kullanımında bir hesaplaşma, restleşme dili vardı, ancak çalışma merkezileştirildikten sonra hızla “sağ aldınız, sağ istiyoruz” diline çevrildi. Bu dilin hedefe ulaşması için sabit bir meydan oturmasının (Çağlayan Adliyesi önü) ve tutulan alan üzerinden kaçırılan, gözaltında kaybedilmeye çalışılan ve hala bulunamayan insanların ailelerini, arkadaşlarını buluşturmak, hukuk ve insan hakları örgütleri üzerinden bir odak yaratmak, kitlelere mal edilecek bir kürsü inşa etmek için belirlendi. Yine bütün kentlerde sokak eylemleri, açıklamalar için planlamalar yapıldı, değişik örgütlerle görüşmeler yapıldı. İstanbul’da simgeleşen merkezler belirlendi, bu merkezler daha önceki kayıplar mücadelesinin simgeleri olan Galatasaray Meydanı, İstanbul Valiliği önü, Vatan Caddesi’nde İstanbul Emniyet Müdürlüğü önü, AKP binalarının önleri ve içerileri, İkitelli Polis Karakolu önü temel beş nokta olarak sürekli çıkılacak, işgal edilecek eylem alanları, ajitasyon merkezleri olarak belirlendi. Ayrıca salgın nedeniyle uygulanan yasakları ortadan kaldırmak için basın açıklamasından bir gün sonra cumartesi olmasına rağmen İkitelli Polis Karakolu'nun önüne Gökhan’ın ailesi ve yoldaşları yürüyüşle çıkarma yaptı, devleti halka teşhir etti ve aynı çağrıyı haykırdı; “Sağ aldınız, sağ istiyoruz”. Gerçek bir meşruiyete dayanan bu eylemlere trafikte ana caddeleri keserek yürüyen sosyalist gençliğin eylemleri eklendi. İzmir’den, İstanbul’dan sokak ajitasyonları, değişik devrimci örgütlerin bu sese ses katan duvar yazılamaları, pankart asmaları eklendi. Kaybetme saldırısına karşı çok hızlı bir eşik geçilmiş oldu.

Başta Devrimci Parti olmak üzere birçok örgütten siper yoldaşlarıyla ortak eylemler gelişti, bazı örgütler bağımsız eylem yaparak da çarpışmaya etkin tarzda katıldılar. Bu sürecin başlamasında, faşist saldırılar ve yasaklar karşısında yeni bir pozisyon ve pratik-politik düzey üreten partinin ve ailenin refleksi çok temel bir zemin oluşturdu, diğer örgütlü güçleri harekete geçiren teşvik eden, örgütleyen bir etki yarattı. Kaybetme saldırısının dördüncü gününde DP, Kaldıraç, Halkevleri, Partizan, SYKP gibi parti ve örgütler birleşik veya bağımsız biçimde kaybetme saldırısına karşı pratik politik bir hatta konumlandılar. Kaybetme saldırısını püskürtme eksenindeki ortaklaşma her bakımdan olumlu sonuçlar üretti. Pazartesinden itibaren İstanbul Valiliği önü, AVM'ler, meydanlar, Galata Kulesi hızla eylem alanlarına dönüştürüldü. Eylem yasağı olan, uzun süredir unutturulmaya çalışılan eylem alanları yeniden özgürleştirildi. Bu sürecin eylem ve kitle sürekliliği bakımından merkezileşmesini sağlamak, muhataplarına gitmek ve onlara çağrı yapmak için Çağlayan Adliyesi önü de aynı Hasan Ocak arama mücadelesindeki Kadıköy Altıyol gibi bir buluşma noktası olarak açıldı.

“Sağ aldınız, sağ istiyoruz” arayışının hızla her yere yayılması da aynı Hasan Ocak mücadelesindeki gibi toplumda gerçek bir duyarlılığı örgütledi, sosyal medyada ciddi bir gündem oluşturdu.

Dördüncü gün 10’dan fazla örgütle yapılan toplantıda bu mücadele kapsamında “Her şeye varız” ekseninin temel olduğu “Gökhan Güneş’i Bulacağız Platformu” kuruldu. İlk 10 günlük birleşik, kitlesel ve fiili eylemler planlandı. (İstanbul’da toplantıdan hemen bir gün sonra Mecidiyeköy, Okmeydanı, Cevizlibağ’dan yüzlerce kişiyle Çağlayan adliyesi önüne yürümek ve orada buluşmak gibi). Bu bileşimle planların hayata geçeceği gün Gökhan bulundu. Ayrıca HDP başta olmak üzere birçok merkezde (Mersin, Dersim, Amed, Adana, Ankara, İzmir, Antalya gibi kentlerde) birleşik ya da bağımsız, partinin katılıp katılmadığına bakılmaksızın, açıklama, yürüyüş, basın toplantıları yapıldı. Aynı anda parlamentoda açıklamalar, uluslararası kurumların Türk devletine çağrıları, uluslararası kurumların önünde onların sessizliğine itiraz ve uyarı eylemleri, birçok ülkede eylemler, destek mesajlarıyla yeni bir eşik de aşılmış oldu. Beşinci günün sonunda yakalanan düzey, kamuoyu baskısı ve bütünleşmesi, faşist devletin suçüstü yakalanması, öncünün ve siper yoldaşlarının önlenemez eylem gücü, cüreti ve kararlılığıyla görünen güçler Gökhan Güneş’i geri aldı.

Devrimci uyanıklığın, ataklığın, kararlılığın ve birleşik mücadelenin başarısı

Bu beş günlük çarpışma, her bakımdan, ürettiği sonuçlarla devrimci uyanıklığın, kararlılığın, bağımsız ve birleşik mücadeleyi örgütlemenin güç ve etkisini gösterdiği kadar antifaşist mücadelenin birçok bakımından nasıl yürütülmesi gerektiğine dair sayısız somut örnek yaratarak da yol gösterici oldu. Bu sonuçlara odaklanmak antifaşist mücadelenin geliştirilmesi ve faşizmi yenmek bakımından geleceği kazanmanın temel anahtarlarından biridir. Aynı şekilde devrimci mücadeledeki militan için özgürlük ile zorunluluk arasındaki o diyalektiğin hayata geçirildiğinde, örgütlü kılındığında, sınırsızca örgüt kurmak ve iş vermekten çekinilmediğinde nasıl olumlu sonuçlar ürettiği, nasıl koparıp aldığı ve faşizmi geri püskürttüğü hep beraber görülmüş oldu. Öyleyse bunlardan daha fazla sonuçlar çıkartmak mümkündür.

Bunları özetleyelim:

-Partinin uzun süredir piştiği sokakta politika yapış tarzı ve ısrarı bu faşist saldırganlığın ortaya çıkmasından itibaren ataklık ve cesaretle hızlı ve etkili bir pratiğin örgütlenmesini sağladı. Bu aynı zamanda uzun süredir yaşanan faşist saldırganlık karşısında ideolojik ve politik hazırlığın düzeyine ve dayanıklılığın kazanıldığına da işaret eder. Bir önceki dönemin görevlerini başarma mücadelesinin yarattığı ideolojik, politik ve örgütsel birikimi kavrama hali, Hasan Ocak mücadelesinin deneyimlerinin yarattığı hazırlık, kimi dağınıklıklara rağmen çok kısa sürede tarihi deneyimlerimizden öğrendiğimiz aşamaları hayata geçirmenin güçlü zemini oldu. Eşitsiz de olsa başta parti ve gençlik kuvvetleri olmak üzere daha ilk andan başlayarak saldırının nitelik ve kapsamının kuvvetlerin geneli tarafından doğru anlaşıldığı yaratılan pratiklerde kendini gösterdi. Tüm pratiğe yansıyan, partinin ve onun mücadelesinin varlığının tehdit edilmesi ve varoluşunu kırma saldırısına karşı geliştirilen irade savaşını aktif savunma tarzında kavrama haliydi. Bu gerçeklik süreç içinde her bir yoldaşın inisiyatif geliştirmesinin, çeşitli meselelere çözüm arayış ve çabasının, sınırları zorlayan pratiğin doğmasının itici gücü oldu.

-Yeni kaybetme saldırısı politikasına karşı mücadele her anlamıyla “Sınır nedir?” sorusuna cevap üreten pratiklerin doğmasına zemin hazırladı. Esenyurt'ta meydanda tek başına eylem yapan yoldaştan Eskişehir’deki gençlerin oturma eylemine, valilik önündeki kararlı haykırıştan Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün önüne aileyle kalabalık gidişe, sokağa çıkma yasağını hiçe sayarak İkitelli Polis Karakolu’na yürüyüşe, Yamanlar’daki sokak ajitasyonundan Ataşehir’de gençlerin yolun bir tarafını trafiğe kapatıp caddeyi özgürleştirme pratiklerinde kendini gösterdi. Bir diğer eksen olarak birleşik zeminde yanıt verilmesi için hızla başta Devrimci Parti’yle yapılan görüşmeler ve eylemler, hafta sonu değişik örgütlerin yazılama vb. çabaları 4. günden itibaren birlikte fiili eylemlere dönüştü. Ayrıca parti dışında birçok kuvvet çeşitli paylaşımlar, eylemler, yazılamalarla bu sürece katkı sunarak çalışmanın tüm kamuoyu nezdinde sınırlarını ortadan kaldıran bir boyuta taşıdı. Bütün bu yapılanlarda antifaşist mücadelede bundan sonrası açısından mücadelenin kendisini ve hedeflerini aynı ciddiyetle ve hayati olarak kavrandığında nasıl sonuç aldığı görülmüş oldu.

-Kaybetme saldırısına karşı geliştirilen pratik, antifaşist mücadelenin en temel hareket tarzı olan fiili meşru mücadele hattını en belirgin biçimde hayata geçiren bir zaman dilimi oldu. Bu mücadelede yer alan herkeste en belirgin duygu “Bu sefer izin vermeyeceğiz”di. Bu bakış açısı, bu kararlılık her bir kadro ve taraftar bakımından “Hiçbir şey imkânsız değil, yapılamaz diye hiçbir şey yoktur” fikrinin pratikte hayata geçmesine zemin hazırladı. Bu bakış açısı hem örgütlerin hem de kadroların kendini yeni düzeye örgütlemesi açısından önemliydi.

-Efsane gibi gelen işkence, kaybetme vb. faşist saldırganlık tüm mücadele güçlerinin canlı kanlı karşısındaydı. Bu durum sadece devrimci sosyalistler için değil mücadele yürüten herkes için varlık-varoluş koşulunun ortadan kaldırılmasına dönük bir saldırıydı, faşist saldırganlıkta yeni bir düzeydi. Kaybetme saldırısı faşist şefliğin tekrardan yürürlüğe soktuğu bir devlet politikasıydı. Böyle olduğu içindir ki, mücadelenin gücüyle Gökhan Güneş’in sağ alınması gerçek bir başarıdır. Kitlemiz dahil birçok devrimci demokrat kesim tarafından bu başarı ete kemiğe bürünen bir ruh haline dönüştü. Bu başarı uzun bir süre sonra faşizme karşı birleşik mücadeleyle ve sınırsız bir iddiayla elde edildi. Aynı zamanda birleşik mücadeleyi harekete geçirici yeni bir hat açtı. Birleşik mücadele güçlerinin daha geniş kesimini harekete geçirme bakımından önemli bir deneyim olduğu gibi birleşik ve örgütlü sahipleniş içinde siper yoldaşlığını pekiştiren bir hat da yaratmıştır.

-Herhangi bir politik gündem ekseninde çalışmanın ilerletilmesi, kitlelere mal edilmesi, politikanın bir üst düzeye taşınması için hızla örgütler kurmayı becermek gerektiğini her yanıyla örneklemiştir. Çalışmanın en başından itibaren neredeyse çalışmayla temas eden aile üyelerinden eski taraftarlarımıza, mahallenin duyarlı insanlarından değişik alanlarda çalışma yürüten kadrolarımıza kadar herkese iş verme, kurulan örgütlere dahil etme ya da onlardan yeni örgütler kurmada sınır tanımama çalışmanın tamamlayıcı unsurdur. Buna bağlı mücadelenin konusu olan kaybetme saldırısı püskürtülürken yeni kadrolar yaratma, kadroların politik ve örgütsel düzeyini yükseltme, yönetmede ustalaşma, örgüt kurmada da aynı ataklık ve cesareti göstermemiz gerektiğini gösterdi.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi