Dev Uyandı: Uyanışın Arkasında Ve Önündekiler

12 Eylül faşizminin bütün kazanımlarını gasp ederek silahların gölgesinde MESS’e ve Yüksek Hakem Kurulu’na, daha sonra da Türk Metal’e teslim ettiği dev nihayet uyandı!

Uyandı diyoruz; çünkü, işbirlikçi sermayeye, ünlü başkanın deyişiyle “kan kusturan” metalurji işçisinin en büyük bölümü neredeyse 18 yıldır “hareketsiz”di. 12 Eylül’ün sağladığı sessizlik, sermaye sınıfının aradığı “dikensiz gül bahçesi” oldu. Gülme sırası onlara gelmişti. TİSK programı anayasa olunca, 12 Mart’ın gerçekleştiremediği, sonraki devrimci dalganın izin vermediği işçi düşmanı pekçok proje, 2821 ve 2822 sayıl ı yasada somutlaştı; iş kanununda, toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasalarında yeni düzenlemelere konu oldu. Darbenin ilk elde başardığı gasp ve keyfilik, artık yasa ve tüzük katına çıkmış, silahların gölgesindeki işçi sınıfı çifte zincirle kelepçelenmişti.

Yani sermaye ve faşizm, işçi sınıfından bir önceki dönemeç olan ‘70’lerin, hatta ‘60’ların öcünü almak için gerekli bütün silahlarını kuşanmıştı. Sonraki yıllarda sermaye sınıfı bu silahları son derece küstah ve barbarca kullanırken, en büyük yardımcısı faşist Özbek çetesinin başında olduğu Türk Metal Sendikası’ydı.

En geri sendikacılık tipinin uygulandığı Türk Metal, yasa zoruyla kendisine üye olan metalurji işçisini, sınıf mücadelesinin bütün alanları ve biçimlerinin dışında tutmayı başardı. Çok çok sıkıştığında salon toplantıları ve Türk-iş mitingleriyle belayı başından savuşturma yoluna gitti. Metal işçisini direniş adına, sakal-bıyık maskaralıklarına alet etti. Türk-iş mitinglerinde Metal işçisinin toplayabildiği kesimini, sermaye ve faşizmin saldırı kuvveti olarak konumlandırdı. ‘89 Bahar Atılımına bulaştırılmadı. Açıkçası Türk Metal’in elinde, metalurji işçisi ücretli kölelerin en kölesi oldu. Yeri geldi, sınıf kardeşlerine saldırının aracı yapıldı.

18 yıl boyunca Türk Metal Sendikası işçi sınıfı için ne yaptı?

O; sermaye düzeninin faşist darbesinin eline teslim ettiği metalurji işçilerini, 18 yıl boyunca faşist-ırkçı ideolojiyle zehirledi. 12 Eylül cuntasının politikalarının işçi sınıfı arasında uygulanmasına aracılık yaptı. İşçi sınıfının çekirdeği olan metalurji işçisini, sınıf bilincini ve sınıfsal örgütlülüğünü kazanmasını sağlayacak bütün faaliyetlerinin önünde sermayenin koçbaşı, devletin jandarması olarak görev yaptı. Zulmün ve sömürünün dizginsiz tekel kurduğu bu coğrafyada sendikalaşmak için kendisine başvuran, örgütlenme ve mücadele isteğini dile getiren işçileri patrona ilk ihbar eden sendika oldu. Türk Metal Sendikası, 12 Eylül sonrasının bilumum kontra çeteleriyle iç içe oldu işçilere, ilerici ve aydınlara saldırıların yanında ve hatta içinde oldu.

Kürt halkına karşı gerçekleşen topyekün kirli savaşın en büyük destekçilerinden oldu. İşçilerin Kürtlere, Kürt ulusunun özgürlük istemleri ne karşı düşman bir tavra itmek için çalıştı. Savaş kışkırtıcı, Türk-Kürt düşmanlığını körükleyen koronun mensubu oldu. Kayıp-infaz çetelerinin baş destekçilerinden oldu.

Özcesi faşist Mustafa Özbek ve çetesi, sınıfın adına, sınıfın sendikasının başına çöreklenerek sınıf düşmanlığı yapmanın, bu coğrafyadaki en uç örneğidir. Bu çete, sendikayı ve sendika olanaklarını işçi sınıfının bilimine, siyasi ve örgütsel duruşuna karşı pervasızca kullandı. Bu çete, işçileri, işçi sınıfının baş ideoloji-siyasal-örgüt- sel düşmanı olan, sermayenin koçbaşı MHP’lileştirmek istedi. işçi sınıfını bu katiller sürüsünün çıkarlarına alet etmek istedi. Faşist-gerici yasalar dahil, bütün olanakları, işçi sınıfına düşman faaliyetlerde kullandı.

Öyleyse hiç olmazsa geçen 18 yılın bütün kiri ve parsıyla uyuşturulmuş, suçlara ortak edilmiş binlerce metalurji işçisinin ayağa kalkışı, basit ve sıradan bir işçi hareketi olarak görülemez. Bu hareket, bir devin uyanışı nitelemesini hak ediyor.

Öyleyse, dev uyanırken menzile ilk anda Türk Metal Sendikası’nı koyması da çok yerinde bir ilk adımdır. Sonrası adımları atabilmek için, sermaye sınıfı ve faşist rejimle hesaplaşabilmek için ilk önce sınıf savaşımının önünü kesen, faturanın işçi sınıfına yıkılmasının aracı olan faşist sendika ağalığıyla hesaplaşılması, bu engelin ortadan “kaldırılması” gerekirdi. Burada sınıflar mücadelesinin temel bir kuralına uygun bir gelişme var: Savaşın önünü kesen barikat yıkılıyor, aşılıyor, sarı faşist sendikacılar suçüstü yakalanıyor, işçi sınıfı ve tüm diğer emekçiler nezdin- de de teşhir ediliyorlar.

Bütün bunlara dayanarak; metalurji işçisinin başkaldırısının arkasında, Türk- Metal’in sendika ağalığı ve faşist gerici sendikacılığın işçi sınıfına, sermaye lehine boyun eğdirmesi, ücretli köleliği katmerleştirmesi var. Yalnızca bu da değil; Türk Met al gibi ırkçı faşist sendikacıların saltanat kurmasını sağlayan 12 Eylül faşizmi ve onun yasa düzeninin var olduğu kolaylıkla tespit edilebilir. Demek ki bu başkaldırıyı, başkaldıranlar farkında olsun ya da olmasın, ağır faşist siyasal baskı ve çok yoğun kapitalist sömürü hazırlamıştır. Başkaldırı, başkaldıranlar farkında olsun ya da olmasın, nesnel olarak sınıfsal ve siyasal bir öze sahiptir. İşçi sınıfı hareketini ileriye taşıyan, büyük işçi yığınlarını aydınlatan özelliklere sahiptir. Sermayenin sacayağının üçüncüsünü, en gerici halkasında yazması nedeniyle büyük bir tarihsel ilerleme, yine tarihsel bir deney; sınıf hareketinin genel bilançosu içinde önemli bir kilometre taşı sayılacaktır.

Metalurji işçisi coğrafyamızdaki başkaldırısıyla, dünyadaki sınıf kardeşlerini bu yeni dönemde yalnız bırakmayacağını gösterdi. ‘80’li yıllar boyunca emperyalizmin Freidmancı politikalarına militanca karşı koyan Güney Kore işçi sınıfının metalurji bölüğünün yanında artık sermayenin her türlü saldırısına karşı gözüpek kavgalar verecek bir işçi kuşağı oluştuğunu coğrafyamızda da tespit edebiliriz.

Geçtiğimiz aylarda Amerika’da dev tekellerden General Motors’u sarsan metalurji işçilerinin eylemi sıcaklığını korurken, Türkiye’den böyle bir hareketin yükselişi oldukça önemli şeylere işaret ediyor. Demek ki; yeni dünya düzeni, globalizm rüzgarı, tarihin sınıf mücadeleleri tarihi olduğu gerçeğini karartamıyor. Dünya çapında ezilenlerin isyan hareketleri, devrimci çatışmalar durdurulamıyor. Burjuva dünyaya karşı ezilenler dünyasında kavga, daha önemlisi de yeni bir proleter dalga yükseliyor. Bursa’daki Metal işçilerinin başkaldırısının birkaç saat içinde Türkiye metropollerinde hızla yayılarak sermayeye ve sendika ağalarına büyük korkular yaşattığı, aynı şekilde işçi sınıfı ve diğer ezilenlere umut kaynağı olduğu açıktır. Hareketin öznel durumundan ve hazırdaki zaafların koşulladığı olumsuzlukların baskısı altında kalmadan, bu gerçek teşhir edilmelidir.

Böylece geçen bir yıl için de, sınıf mücadelelerinin sona erdiği, uzlaşma ve “globalleşmenin gerçekleştiği” yalan balonunu patlatan harekete, -hiç kimsenin ummadığı, beklemediği ve açık ki, hiç hazır olmadığı bir anda,- bir halka da bu coğrafyadan eklendi...

Metalurji işçileri, dünyanın değişik ülkelerinde arka arkaya patlayan eylemleriyle işçi sınıfı üzerine burjuva ideologların spekülasyonlarına ölümcül bir darbe indirdiler. Kapitalizmin mezar kazıcısı olarak proletarya kimliğinin nesnel durumunda bir değişme olmadığını, gözlere sokarcasına gösteriyorlar. İşçi sınıfının çekirdeğinin metalurji işçileri olduğunun, bir kez daha bu olaylar dolayısıyla hatırlatıldığını, altının dizildiğini de belirtelim. Türk Metal’e başkaldıran dev, işte bu çekirdekten, metalurji işçilerinden çok önemli bir bölük. Bu günkü başkaldırıyla, yıllar boyu uzaklaştırıldığı sınıf niteliklerini, sınıf duyusunu yeniden kazanmakta olduğunu gösterdi. Kendiliğinden bir sınıf tutumu takınmak bile, dünkü sürece göre, metalurji işçisi açısından önemli bir ilerlemeyi, kendi gücüne güveni, kendisi için sınıf olma bil inç pırıltılarını ifade ediyor.

Evet, metalurji işçisinin büyük ve üretimdeki yeri itibariyle önemli bir bölümü, kötü ünlü dünü reddetmek için önemli, tarihsel bir adım attı. Bir dönemeç geçti, bir kilometre taşı döşendi. Yazının bu bölümünde, başkaldırının, döşenen kilometre taşının arkasındakileri hazırlayan etkenleri ve olguları irdelemeye çalıştık. şimdi, başkaldırının yarınını düşünmenin sırası. Kilometre taşının önündekileri düşünmek gerekiyor.

Uyanışın Önündekiler

Konunun bu yanına geçmeden bugünü, yani başkaldırının hemen ardından geçen bir hafta-on günü karakteristik özellikleriyle tanımlayalım.

Bıçağın kemiğe dayandığı yerde gerçekleşen patlama, kendiliğinden bir kitle hareketinin tipik özelliklerine sahip.

Başkaldırıya yol açan, büyük bir öfke ve hesap sorma isteğidir. Kendilerinden habersizce ve istenenin, hatta beklenenin çok altın da zam oranlarıyla sözleşmenin imzalanması bardağı taşıran son damladır: Örneğin Renault işçileri; sözleşmenin imzalandığını duyar duymaz işçi temsilcilerinin aranması, bulunamayınca aynı an da bantların durdurularak üretimin bütün birimlerde durmasının üç-beş dakikayı alması, işçilerin bulabildikleri ve kendilerini kölelik koşullarında çalıştırmaktan sorumlu saydıkları işletme müdürlerini dövmeleri, hızla sokağa çıkıp İstanbul yolunu trafiğe kapayarak halkayı tamamlamaları; ani bir patlama, hızla yayılma, ve sonra örgütlenme -komitelerin kurulması- tipik bir kendiliğinden kitle hareketi, kitle şiddetini gösterir. Söylenenlere ve yazılanlara bakınca görülür ki, Renault’daki her şeye -sendikaya, işletme yönetimine, grev, sözleşme üzerine yasal prosedürlere, gösteri vb. yasalara- meydan okuyan direniş, hızla önce Bursa’daki diğer fabrikalara, ardından İzmir, İstanbul, Ankara vb. hemen hemen aynı biçimler de ve he men he men aynı hızla yayılıyor. Örneğin; İstanbul-Otomarsan işçileri, Bursa’daki başkaldırıyı radyo haberlerinden öğreniyor ve anında üretim bantlarını kapatarak direnişi başlatıyorlar.

Örgütlenme hareket başladıktan sonra geliyor. Birer Nazi toplama kampı gibi çalışan fabrikalarda işçiler, ancak başkaldırıdan sonra komiteler kurmaya ya da açık örgütlemeye başlayabiliyorlar. Yani başkaldırı, özgürleştiriyor; örgütlenme ve sendikayı terketme özgürlüğünü başkaldırarak ele geçiriyorlar. Hiç kuşkusuz bu, çok koşullu, sınırlı ve kısa zamanlı bir özgürlüktür.

Patlamayı bastıramayacaklarını anlayan işverenler; hedefin sivri ucunda sendikacıların durmasının yarattığı-kendileri lehine- görece rahatlıktan da yararlanarak, üretime verip işçilerin -izinli sayarak- fabrikaları terk etmelerini sağladılar. Başkaldırının getirdiği özgürlük, fabrikada üretimi durdurma gücüne bağlı olduğundan, fabrikadan çıkınca sınırlı özgürlük, hemen daha da sınırlanmaya başlamıştır. Hafta başında, fabrikalarda artık özgürlük değil, genellikle baskı, sindirme, işten atılma tehdidiyle birleşen sıkı yönetim” vardır. Bu baskı, patron ve devrilmiş olan Türk Metal Sendikası’nın ortak eylemidir. Baskı, aynı zamanda, işçilere rüşvet teklifi, sendikasız kalmanın iyiliğinin propagandasıyla birliktedir. Sermayedar ve hizmetlileri geçen iki günü iyi değerlendirmişlerdi.  

Cuma-Pazartesi arasında, her şeye meydan okuma cesaretini gösteren metalurji işçilerinin çok az bir kesimi, sermaye ye karşı sendikal mevzinin önemini anlayarak, mevcutlar için en uygun görülen Birleşik Metal-İş’e üye olmayı başardı. Sonra, hedefleri belli olmayan ya da hedefe doğru örgütlenmeyen kendiliğinden bir hareketin karşılaşabileceği bir durum oluştu; duraksama ve belirsizlik. Patron ve devrilmiş sendikaların kol kola işçileri tehdit altına almasını kolaylaştırdı. Türk Metal’e dönüş, eğilim halinde olmasa da bir ölçüde gerçekleşti. Daha önemlisi, işçi yığınlarının sendikasız kalma tehlikesi, bu süreçte ortaya çıktı.

Niye Duraksama Oldu?

Çünkü gelişmelere hazırlıksız yakalandı herkes. Yalnızca öncüler değil, Birleşik Metal-İş yöneticileri de, arasalar bulamayacakları böyle bir elverişli fırsatı değerlendirecek bir performans gösteremediler. Onları duraksatan nedenler, elbette ki, burjuva sendikacılığın kulvarı içinde kalmalarından kaynaklanıyor. Sendika yöneticileri bu durumdan devrimci, öncü işçilerin uyarılarıyla biraz silkinir gibi oldularsa da, harekete geçmediler ilk an da. Onlar, karşı karşıya oldukları işçi hareketi dalgasını göğüsleme cesaretini gösteremediler, gösteremezler de. Sermayedarlarla yeni bir toplusözleşme mücadelesini, hele de grevi göze almaları zordu. İleriye doğru atıldıklarında eldekileri de kaybetme korkusu yaşadılar. O nedenle, durup çeşitli hesaplar yaptılar. Biraz da alttan itelendiler ve nihayet DİSK Başkanı’yla birlikte Bursa çıkarması yaptılar. Ve Renault işçilerini örgütlemekle yetindiler. Arkadan gelen kıyım terörü ile “yasal” biçimlerin dışında, mücadele etme güçleri ise yoktur. Türk-Metal’e tehditle işçiler geri dönme eğilimine girince, yapacakları bir şey kalmamıştı.

Siyasal öncüler açısındansa sorun, daha çok böyle bir duruma hazırlıksızlıkla açıklanabilir. İşçi sınıfıyla kurulmuş bağların zayıflığı, işçi sınıfının harekete geçen kesimleri bakımından iyice ağır bir durum olduğu açığa çıktı.

Bir diğer etken olarak alternatif olarak gösterilecek sendikaların da, bu örnekte Birleşik Metal-İş’in, burjuva reformist bir çizgi de sendikacılık yapıyor olmasının yarattığı çekince sayılabilir. Bu çekince, gerçekte metalurji işçilerinin çekincelerinin, Birleşik Metal- İş dahil sendikalara güvensizliğin baskısından ileri gelmektedir. Zaten çekince de, BMS de sınıfı satarsa ne yapacağız, şeklinde ifade ediliyor.

Oysa ki başkaldırının hemen ertesinde sorun tam olarak şöyledir: Türk Metal-İş gibi azılı faşist bir sendikadan başkaldırarak istifa eden binlerce işçi sokaktadır. Yani sendikal alan da boşluktadır. Boşluksa, tehlikelerle doludur. Bu durumda metalurji işkolunda son yıllarda gerçekleştirilmeye çalışılan iktisadi politikalar; esnek üretim, tam zamanın da üretim, telafi çalışma vb., işçilerin örgütsüzleştirildiği durumda çok daha rahat uygulamaya sokulacaktır. Türk Metal gibi en sarı sendika bile sermaye için politikalarının sessizce uygulanmasını sağlayamadığına göre, sendikasızlıktan başka çıkış yoktur. Binlerce işçinin “boş “ta kalması, sermayenin arayıp bulamadığı bir durumdur.

Bu boşluğu kim dolduracak? Komünist devrimci çalışma mı, sermayenin sendikasızlaştırma eylemi mi, yoksa Türk Metal’in geri dönme eylemi mi?

Boşluğu komünist devrimci çalışmanın doldurması için yapıl ancak ilk iş, son iki olasılığı devre dışına çıkarabilmek için, boşluktaki işçilerin başka bir sendikada toplanması için yol göstermektir. Bunun için, şu an en uygun alternatif olarak Birleşik Metal-İş’in gösterilmesi, bununla yetinmeyip

BMS’ye geçişi örgütlemeye katılmak gerekirdi. BMS’nin MESS’in karşısına yeni bir sözleşme taslağıyla çıkması ve greve hazırlık yönünde ajitasyonlar sürece müdahaleyi sürdürmek gerekirdi. Fabrikalardaki komitelerin ve bölgelerde işçi birliklerinin örgütlenmesine hız vermek gerekirdi.

Türk Metal sendikacılığını, sınıfa ihanetini yapısal sorunlarıyla birlikte teşhir ederken Birleşik Metal-İş’te de sınıf sendikacılığı esaslarının işçileri birleştirecek ana ek sen olması yönünde çalışmayı yoğunlaştırmak, mevziler kazanmak gerekirdi. Bu bakımdan işçileri BMS’de toplanmaya çağırır ve örgütlenmesine katılırken, aynı zamanda kapitalizme ve faşizme karşı mücadelede sınıf sendikacılığı için ajitasyon yaygınca örgütlenmelidir. Bunları yaparak BMS’de 20 yıl sonra yeni bir tasfiyeci-gerici Maden-İş pratiğinin ortaya çıkmasına izin vermeyecek bir ideolojik-siyasal ve pratik hazırlığı örgütlemek gerekir.

Evet, başkaldırının önündekiler de kısaca bunlardı; şimdi başkaldırıyı ileriye taşıyabilmek için günün acil devrimci görevleri de bunlardır.

Son bir nokta olarak tasfiyeci gerici Maden-İş pratiğinden söz etmekte yarar var.

Maden-İş, DÎSK’in kuruluşunu gerçekleştiren sendikalardan biri idi. ‘60’lı yılların çok önemli işçi direnişlerinden, grevlerden doğdu. DİSK’in oluşumunu ateşleyen de zaten bu direnişlerdi. Maden-İş’te toplanan metalurji işçileri, 1516 Haziran bölgesel genel grevinde de başlarda yer aldılar. 12 Mart sıkıyönetiminde yargılanan beşbin işçi ve sendikacının önemli bir bölümü, metalurji işçi ve Maden-İş üyesidir. Bu olayların içinde 16 Haziran akşamında sıkıyönetim ilan eden devlet, televizyona Maden-İş Başkanı Kemal Türkler’i çıkararak, işçi hareketinin durdurulmasını sağlamaya çalışmıştı.

1974’ten itibaren ülke çapında kitle hareketi büyük bir devrimci yükseliş gösterdi. Maden-İş ve metalurji işçileri bu yükselişte yer aldılar. DGM boykotu, MESS grevi ve 1 Mayıs, belli başlı eylemlerdir. Bütün bu eylemler işçi sınıfına önemli kazanımlar sağladı, işçi sınıfı hareketini ileriye taşıdı. Ancak aynı süreçte Maden-İş’i ele geçiren modern revizyonist TKP, gerek metalurji işçilerinin mücadelesini, gerekse sendikayı kendi gerici politikalarının aracı ve kaldıracı yapmaya yöneldi.

Maden-İş başta olmak üzere DİSK’te yoğunlaşan TKP kadroları, sosyalizm adına revizyonist diktatörlüklerin, enternasyonalizm adına sosyal emperyalist Rusya’nın propagandisti oldular, işçi hareketini ve yaratılan muazzam olanakları bu gerici hareketine kanalize etmeye çalıştılar. Bu pratiğin sahipleri doğal olarak, süreçteki bütün devrimci kuvvetlerle, işçi sınıfının gelecek çıkarlarıyla çatışmaya, elde ettiği mevzilere dayanarak onları tasfiyeye giriştiler.

1977 1 Mayısı’nda işçi sınıfına ve emekçilere karşı gerçekleşen kontrgerilla saldırısına, provokasyon edebiyatıyla sunulmuş katkıda TKP’nin ve onun denetimindeki Maden- İş’in özel bir payı vardır. Maden-İş’in işçi sınıfının militan, devrimci öğelerini tasfiyesi, sendikada devrimci muhalefet noktalarını dağıtması bu olaydan sonra hızlandı ve karşıdevrimci şiddet uygulamaları başladı.

1980 darbesi yaklaşırken artık DİSK ve özel olarak Mat den-İş’i işçilerin kitlesel olarak terk edişi ve bağımsız sendikalara ya da Türk-İş’e bağlı sendikalara geçişinin hızlandığı açık olarak görülüyordu.

12 Eylül darbesi hemen öncesinde TKP çizgisi, tasfiyeci politikalarını işçi sınıfı içinde de doruğa ulaştırdı. Darbecilerle yerel sendikacılar ve binlerce öncü işçi baş başa kaldı. Yüzlerce sendikacı, binlerce öncü işçi 12 Eylül yenilgisinin ilk taşları oldular. Bu yüzdendir ki, yenilgiden çıkış sürecinin en acılı yaşandığı alanlardan biri, eski Maden-İş ve DİSK üyesi olan işkollarında ve fabrikalar oldu. Kuşkusuz bun a 12 Eylül öncesin de TKP’nin ve Maden-İş yönetiminin kıble diye iman ettiği revizyonist dünyanın çöküşünün yaratmış olduğu eski sendikacılar dışın da üyesi olmayan tabela bir sendikaydı. Yeniden toparlanma, 12 Eylül yıllarından çıkışta NETAŞ gibi önemli direnişlere imza atmış olan Otomobil-İş’le birleşmeyle başladı.

Bugün metalurji işkolunda, bu işçileri Türk-Metal cenderesinden kopartan deprem, işçileri yeniden zorunlu ve doğru olarak eski Maden-İş’i de bünyesinde barındıran Birleşik Metal-İş’te topluyor. şimdi sorun; Birleşik Metal-İş’te sözünü ettiğimiz kötü ünlü Maden-İş mirasının yeşermesine izin vermeyecek devrimci müdahalelerin örgütlenmesidir.

Metalurji işçileri arasında kapitalizme karşı sosyalizm bilinci, burjuva sendikacılığına karşı sınıf sendikacılığı bilincini yayacak öncü çalışmanın sistemli, sürekli ve kapsamlı bir şekilde örgütlenmesi; işte gerekli devrimci müdahale, her türlü “kötü”lüğe karşı, devrimci güvence bu olacaktır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi