Propagandacıya Notlar (II)

Propagandacının Teorik Eğitimi

Herkes propagandacı olacak diye bir kural yok. Bazıları propagandacı olabilir, bazıları ajitatör, bazıları örgütleyici veya başka bir alanın uzmanı. Bu, bir seçim ve kadroları işine, yeteneğine göre görevlendirme sorunudur. Kim propagandacı olabilir? Kimler, hangi özelliklere sahip olanlar siyasi propagandacı ve ajitatör olmalıdırlar? Kelimenin geniş anlamıyla her partili, devrimci öğretinin, marksist-leninist teorinin propagandacısı olmak zorundadır. Bu, davaya, teoriye inancın ifadesidir. “Araştırmak, propaganda yapmak, örgütlemek. Bu teorik çalışma olmaksızın ideolojik önder olunamaz. Bu çalışmayı davanın ihtiyaçlarını karşılamaya yöneltmeden, işçiler arasında bu teorinin sonuçlarının propagandasını yapmadan ve onların örgütlenmesine yardımcı olmadan ideolojik önder olunamayacağı gibi” (Lenin, “Halkın Dostları Kimlerdir”, C.I, s.302).

Propagandacı, marksist-leninist teoriye hakim olmalıdır, ikna gücüne sahip olmalıdır, ilkede tutarlı olmalıdır, pratik tecrübeleri değerlendirme/yorumlama yeteneğine sahip olmalıdır. Propagandacı, aynı zamanda bir ahlaki otoritedir, davasını seven, amaçtan şaşmayan birisidir. Propagandacı, toplumsal yaşamın somut görünümlerini, sınıf mücadelesinin tecrübelerini yaratıcı bir şekilde yorumlayabilmelidir, bunları, marksist teoriye göre analiz edebilmeli ve genelleştirebilmelidir, yani yeniden sınıf mücadelesinin hizmetine sunmalıdır. Toplumsal yaşam çelişkilerle doludur, daha doğrusu çelişkiler bütünüdür. Propagandacı bu çelişkilerin somut görünümlerini, bir dizi görünüm içinde esas olanı görmek ve onu faaliyetinin merkezine koymak zorundadır. Örnek; burjuvazi, sürekli Hizbullah vahşetini ön plana çıkartıyor. Bu vahşeti lanetlemek önemlidir, ama o canavarı doğuran kim, buna neden ihtiyaç duyuluyor, memlekette başka vahşet yok mu? Propagandacı, sorunun bu yönünü ön plana çıkartmalıdır.

Propagandacı, bilgili, eğitimli ve kültürlü olmalıdır. Propagandacı, yöntemde; diyalektik ve tarihsel materyalizmin ustası olmalıdır. Bu yönteme hakim olamayan, genelin ötesinde bir şey söyleyemez. Ancak bu özelliklere sahip olan, leninist propaganda sanatına bütün yönleriyle hakim olabilir. Leninist propaganda sanatı, ezberciliği, anlamı kavranmamış, birtakım bilgilerin tekrarını reddeder. Propagandacı, özümleyen demektir. Onun özellikleri arasında en ön planda olan, temel olan, teorik, marksist-leninist eğitimdir, teoriye fevkalade hakimiyetidir, yöntemi yaratıcı bir şekilde kullanmasıdır. Unutulmamalıdır ki, propagandacının temel görevi, marksist-leninist bilgiyi yığınlara taşımaktır. Bu bilgilerle yığınları kurtuluş yoluna inandırmak ve sınıf bilinçli düzeye çıkarmaktır. Bireylerin başarı ve zafere olan inancını geliştirmektir.

Propagandacı taraflıdır. Taraflılık, onun en belirleyici özelliklerinden birisidir. Propagandacı, marksist-leninist öğretiyi, onun ilkelerini tavizsiz savunmak zorundadır. Sınıf mücadelesi açısından sağlam duruş, marksist-leninist öğretiden sonuçlar çıkartmak ve bunu yaşama, toplumsal gelişmelere uygulamak, şu veya bu konuda burjuva teorileri tanımak ve acımasız eleştirmek, ancak ve ancak taraflı olmakla mümkün olabilir.

Propagandacı, ideolojik cephedeki savaşçıdır, bu cephenin en önünde durandır. O, düşmanın bu alandaki doğrudan saldırılarını -açık burjuva ideolojisini- ve marksizm görünümlü bütün anlayış ve teorileri (oportünizm, revizyonizm, troçkizm, maoculuk, vs.) göğüsleyebilmelidir. Düşmanı ideolojik cephede yenilgiye uğratmak propagandacının görevidir.

Propagandacı sadece “eğiten” değil, aynı zamanda eğitilmek zorunda olan birisidir. Propagandacı, propagandacı olabilmek, propaganda faaliyetine başlayabilmek için belli bir eğitimden geçmek zorundadır. O, marksist-leninist teoriyle donanmış olmalıdır, ezberleyerek değil, özümleyerek donanmış olmalıdır. Propagandacı, görevine hakim olmak için bilgisini sürekli yenilemelidir. Parti ona sürekli yeni materyal sunmalıdır. Toplumsal yaşamın faal olunan bütün alanlarında (ekonomi, felsefe, kültür, sanat vs.) propagandacının analiz yapabilmesi ve görüngeleri/gelişmeleri değerlendirebilmesi için, somut olması gerekir. Onun somutluğu, sürekli, materyal ile beslenmesine bağlıdır. Propagandacının başarısı, faaliyet alanındaki bilgi birikimine ve bunu somutlaştırmasına bağlıdır. Sürekli güncel materyal ile beslenen propagandacı, bu materyali bilgi birikimi ışığında sistemleştirir, genelleştirir ve pratik faaliyetinde kullanır.

Propagandacı yöntem açısından da eğitilmelidir. Burada söz konusu olan, diyalektik yöntem değil; bu, ideolojik eğitimin, marksist-leninist teorinin bir bileşeni olarak görülmelidir. Propagandacının yöntemsel eğitimi, propaganda faaliyetinin en rasyonel, en etkili olmasını sağlama sistemidir. Bu alanda da propagandacı, leninist propaganda çalışmasının en rasyonel, en etkili biçim ve yöntemini yine Lenin’in yazılarında bulabilir. Lenin tarafından geliştirilen, propagandanın yöntemsel ilkeleri nelerdir? Lenin’e göre propaganda, hangi koşullar altında yapılırsa yapılsın, işçi sınıfı ve emekçi yığınların aklına ve kalbine nüfuz etmelidir. Bu amaca ulaşabilmek için propagandacı, ikna yeteneğine, devrimci coşkuya sahip olmalıdır. Somut, çok anlaşılır, amacından şaşmaz olmalıdır. Lenin, bir propaganda ustasıydı. Konuşmalarında ve kelimenin/ sözün gücünü kavramış ve sürükleyici olmuştur. Propagandacının temel silahı dildir. Dile hakim olmayan, sözün, mantığın, iknanın gücünden yoksun demektir. Dile hakim olmayan, konuşma sanatından yoksun demektir. Yazıda dile hakim olmayan ve konuşma sanatından anlamayan, propagandacı olamaz.

Propagandacı, sürekli kendini yenilemek, bilgisini kapsamlaştırmak ve derinleştirmek zorundadır. Propagandacı, aktüel olanla yoğrulmak zorundadır. Propagandacı, ele alınan konunun içeriği üzerine genel bilgilere sahip olmakla yetinemez. Propagandacı, yazılı-sözlü faaliyetinde etki gücünü artırmak için, hitap ettiği kitlenin aklına ve kalbine nüfuz etmek için, kapsamlı hazırlanmak zorundadır. Propagandacı, mümkün olduğunca zengin kütüphaneden yararlanmalıdır. Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in eserleri, uluslararası komünist hareketin dokümanları ve faaliyet alanıyla ilgili olarak başka temel eserleri vs. Bunun ötesinde propagandacı, yardımcı araçlara da sahip olmalıdır; sözlük, ansiklopedi vs. Propagandacı, aynı zamanda kitap dünyasında yaşayan birisidir. O, en kısa zamanda gerekli literatüre, gerekli alıntıya, bir bütün olarak gerekli kaynağa ulaşmalıdır.

Hazırlık ve Faaliyet

Propagandacının bir konferansa ve eğitim çalışmasına hazırlığını ve faaliyetini canlandıralım.

Propagandacı, faaliyetinin başarılı olması için, zamanını planlamak ve anlatacağı konunun içeriğini önceden inşa etmek zorundadır. Bir konferansta, bir seminerde, eğitim çalışmasında propagandacı, zamanı belirleme olanağı varsa, konuşmasını ne kadar sürdüreceğini (1 saat, 2 saat) önceden saptamak ve anlatacağı konunun içerik inşasını da zaman faktörünü göz önünde tutarak yapmalıdır. Hazırlanan plan, içerik inşası, mantıksal olmalıdır; düşünceler birbirini tamamlamalıdır. Dinleyiciye, düşüncesini takip etme şansı tanımayan, saatlerce konuşan ve “ondan bundan” bahseden birisi, propaganda yaptığını sanıyorsa kendini aldatmış olur.

Propagandacı için, her koşul altında geçerli bir hazırlık ve anlatım planı yoktur. Propagandanın kalitesi/verimliliği, propagandacının tecrübesine ve hazırlığının iyi olup olmadığına bağlıdır.

Hazırlığını tamamlamış propagandacı açısından ikinci adım, faaliyet alanında atılır. Propagandacı, seminerde, eğitim çalışmasında ve konferansta dinleyici ile ilişkiye geçmesini, dinleyicinin nabzını tutmasını becermek zorundadır. Dinleyiciyi dikkate almayan, onun ilgisini çekmeyen ve yönlendiremeyen birisi, çok doğru şeyler anlatsa da, anlaşılmamış olur. Propaganda adına, donuk, soğuk, tekdüze bir tarzla konuşan, ciddiyet adına mesafeyle hareket eden, konuşma adına okuyan, ikna adına alıntıları sıralayan, bilgisel derinlik adına yabancı kelimeleri sıralayan birisi, dinleyicinin tepkisini çekmekten ve onları uyutmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Konuşma, yazılı halde propagandacının önünde durabilir. Ama propagandacı onu okumamalıdır. Canlı, ilgi çekici, usta bir tarzda konuşarak anlatmalıdır.

Propagandacı, sürekli, dinleyicinin ruh halini göz önünde tutmalıdır. İlgi dağılıyorsa, uygun bir espriyle canlandırıcı olmalı, dinleyicilere soru yöneltmelidir.

Bir konferansta, bir eğitim çalışmasında, bir seminerde ve hatta bir makalede soru sormayan ve dinleyicinin/okuyanın dikkatini yönlendirmeyen birisi “kötü” bir propagandacıdır. Soru sormamak, ciddi yöntemsel bir hatadır. Soru, dinleyiciyi, okuyucuyu düşünmeye zorlar.

Daha iyi anlaşılmak, dinleyicinin dikkatini yoğunlaştırmak için propagandacı, özellikle eğitim çalışmasında, seminerde, parti okulu derslerinde anlatımının arasında dinleyiciyle kısa süreli tartışmalar yapmalıdır. Propagandacı bunu, anlatılanın anlaşılmadığı izlenimini edinince de yapmalıdır. Yerinde espri, sorular, cevaplar ve arkasından toparlayıcı bir cevap dinleyicinin ilgisini yeniden toparlar.

İçeriğin ilginçliği ve zenginliği, anlatımda düşüncelerin birbirini mantıksal takibi; anlatımda düşünceler arasında kopukluğun olmaması, dikkatin yoğunlaşmasını sağlar.

Propagandacı, konuşmasını polemikle zenginleştirmelidir. Karşıtının mutlaka orada olmasına ve cevap vermesine gerek yok. Propagandacı, kendisiyle canlı bir konuşma sürdürmelidir. Yanlış düşüncelerin özünü aktarmalı, bunların karşısına doğrusunu koymalı, dinleyiciye sorular yönetilmelidir. Amaç, dinleyiciden cevap almak değil, soruyla onları düşünmeye sevk etmektir. Bu, konferanslarda oldukça etkili, dinleyicinin dikkatini yoğunlaştıran, onların düşüncesini yönlendiren bir yöntemdir. Lenin, birçok konuşmasında ve popüler yazılarında bu yöntemi ustaca kullanmıştır. Bir örnek verecek olursak “Okuldışı Eğitim İçin I. Bütün Rusya Kongresi”, C. 29, syf. 321-365). Lenin’in teorik ve pratik sorunları içeren bu konuşması, onun propagandacı ustalığını da gösterir.

Propagandacı, örnekleme ve tarihsel karşılaştırma yapmalı, şaşırtıcı sorular sormalı, esprili olmalı ve iğnelemelidir. Lenin, bütün bunları konuşmalarında ve yazılarında kullanmıştır. Onun çok sevdiği yöntemlerden birisi de alay etmektir. Bir örnek: Güya sosyalistleri kastederek şöyle der; “Onlar, kitaplar gördüler, kitapları ezberlediler, kitapları, papağan gibi tekrarladılar ve kitaplardan hiçbir şey anlamadılar. Böylesi bilgili, yüksek bilgili kişiler vardır. Kitaplarda, sosyalizmin, üretimin en yüksek gelişmesi olduğunu okudular” (Lenin, agk., syf.350).

Propagandacı, en zor, karmaşık teorik sorunları sıradan işçinin anlayabileceği bir popülerlikle ele alabilmelidir. Kapitalizmi, sosyalizmi veya da feodalizmi, iki yöntemle anlatabiliriz. Bunlardan birisi, kitaplarda yazıldığı gibi, ikincisi de kitaplarda yazılı olanı, dinleyicinin anlayabileceği bir tarzda; içerik kaybına yol açmadan basitleştirerek, sadeleştirerek, örnekleyerek.

Propagandacı, ele aldığı konuyu somutlaştırmasını, dinleyicinin gözü önünde canlandırmasını becermek zorundadır. Ele alınan konunun somutlaştırılması, açıklama sürecinde oldukça önemli bir rol oynar. Gerçeğin kavranması/algılanması, canlı sergilemeden soyut düşünceye ve soyut düşünceden pratiğe doğru bir yol izler. Maddi dünyanın görünümlerinin/gelişmelerin duyu organlarımıza etkisi olmaksızın, duyum olmaksızın kavrayış da olmaz. Bilinçte öncelikle somut görünümler iz bırakırlar ve somut görünüm temelinde insanlarda analiz ve sentez vasıtasıyla belli düşünceler/tasavvurlar oluşur.

Propagandacı, ele aldığı konunun -ne kadar ağır, karmaşık teorik bir konu olursa olsun- fotoğrafını çıkartmak, konuyu dinleyicinin gözü önünde canlandırmak zorundadır. Konunun fotoğrafını çıkartan, dinleyicinin gözünde canlandıran propagandacı, ele aldığı konuya ilişkin olarak genelleştirmeye, ilkesel, teorik açıklamalara geçebilir ve bu yöntemle, hiç zorlanmadan, en ağır ve karmaşık teorik sorunları dinleyiciye kolayca kavratabilir.

İki propagandacıyı canlandıralım: Her ikisi de aynı konuyu, aynı dinleyici kitlesine, farklı yöntemlerle anlatsınlar. Birisi, gayet "ciddi”, kitabi, gözünü önündeki notlardan ayırmadan, bolca yabancı kelime kullanarak, her cümlesi "teori” akan bir yöntemle anlatsın. Diğeri ise, örnekleyerek, somutlaştırarak, herkesin anlayacağı bir dil kullanarak anlatsın. İkinci propagandacının birincisinden daha başarılı olduğunu görürüz. Bunu somutlaştırabiliriz de: Kırsal alana giden bir marksist-leninist komünist propagandacıyı ve bir de maocu propagandacıyı düşünelim. Marksist-leninist komünist propagandacı, kırsal alandaki demografik/sınıfsal yapıyı somutlaştıracaktır, hitap ettiği köylüyü katmanlarına ayrıştıracak ve sömürünün kapitalist karakterini ortaya koyarak, bu sömürü ilişkilerinin ortadan kaldırılması için, müttefik olarak gördüğü köylü kesimlerini mücadeleye çağıracaktır. Maocu propagandacı ise, açıklayamayacağı, somutlaştıramayacağı feodal düzenden, sömürüden, bir bütün olarak "köylülük”ten bahsedecek ve köylüleri, önce yaşadıkları kapitalist ilişkilere inanmamaya çağıracak, sonra da sömürünün karakterinin feodal olduğunu açıklayacak ve onları, feodalizmi yıkmaya çağıracaktır. Marksist-leninist komünist propagandacı, köylüye elle tutulur, gözle görülür hedef; somut hedef gösteriyor. Maocu propagandacı ise köylüyü, hayalete karşı, olmayan düşmana karşı mücadeleye çağırıyor.

Propagandacı, olguları ve sayıları kullanmasını bilmek zorundadır. Olgular ve istatistik materyaller, ele alınan konunun somutlaştırılmasında mutlak önemli bir rol oynarlar. Propagandacı, verileri gelişigüzel değil, tasnif ederek, amaca uygun olarak kullanmalıdır. Bunun için propagandacı, her şeyden önce, verilerin, ele alınan konunun somutlaştırılmasındaki önemini veya genel olarak olgu ve istatistik materyallerin önemini kavramış olması gerekir. Lenin, hemen hemen bütün konuşmalarını, somut olgular ve sayılarla temellendirmiştir. O, sayıları konuşturmaya zorlamış, verileri konuşturmuştur.

Propagandacı, Lenin’in şu sözlerini sürekli dikkate almalıdır. "...istatistik ile başlamak istiyoruz. Bunu yaparken, istatistiğin bazı okurlarda ve...Enternasyonalizm, kozmopolitizm, ulusalcılık, yurtseverlik vs. üzerine genel mülahazalar bayrağı altında siyasi kaçak (düşünceleri) gizlice sokmak isteyen yazarlarda uyandırdığı derin antipatinin bilincindeyiz” (C.23, syf.286).

Evet, propagandacı bunu da bilmelidir. Genel lafız, demagojiye, çarpıtmaya, subjektif yoruma açıktır. Ama olgu, istatistik materyal, nesnel gerçeklik neyse onu gösterir. Propagandacı, bunu göstermek ve gösterdiğini teorik olarak da değerlendirmek zorundadır.

Sayılar, olgular, istatistik veriler, teorik ispat/tanıtlama olur mu? Olur. Hem de çok güçlü bir tanıtlama olur. Örnek: Maocu, amprik verilere, yani olgulara ve istatistik materyale inanmayın, bunlara dayanarak değerlendirme yapmak bilimsel değil diyor. Lenin ise tam tersini söylüyor. Maocu, teorik açıklamasını genel lafızlar üzerine kuruyor. Buna karşı mücadelede bir Marksist-leninist komünist propagandacı, ne yapmalıdır? Genel lafıza genel lafızla cevap vermek, yöntem değildir. O halde, Marksist-leninist komünist propagandacı, nesnel gerçekliği olgularla, verilerle açıklamak zorundadır. Çalışabilir nüfusun yaklaşık % 36’sının işçi olduğu Türkiye’de proletaryanın sayısal olarak az olduğunu maocu kanıtlayamaz, ama savunur. Buna karşın Marksist-leninist komünist propagandacı, verileri ortaya kor ve dinleyici nezdinde kanıtlayıcı, ikna edici olur. Dinleyici veya okuyan, Marksist-leninist komünist propagandacıya inanır, maocuya değil.

Olgular ve istatistik verilerle teorik kanıtlamanın nasıl yapıldığına Lenin’in "Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” yapıtı parlak bir örnektir.

İstatistik, düşünmeye sevk eder, olgular üzerinden teorik sonuçlara varmayı sağlar.

Küçük burjuvazi, kafasına koymuş; ekonomi çöktü! Neye dayanarak bu sonuca varıyor? Bilinmiyor! Bir marksist-leninist komünist propagandacı böyle hareket edemez. O, çöken ekonomiden çıkaracağı siyasi sonuçlar ile kapitalist ekonominin gelişme seyrinden çıkaracağı siyasi sonuçlar üzerine dinleyiciyi aydınlatmaya çalışır.

Propagandacı, alıntı kullanmasını bilmelidir. Alıntı, ele alınan konunun doğruluğunun veya yanlışlığının kanıtlanması için bir yardımcı araçtır. Bu nedenle, gerekli olduğundan fazla kullanılmamalıdır. Konuşma veya yazı, alıntı savaşına dönüşmemelidir. Propagandacı, alıntıyı da nerede kullanacağını bilmelidir. Bir marksist-leninist komünist propagandacı, Lenin’in dediği gibi, "kafasında, gerektiğinde çıkardığı alıntılar çekmecesi olan, ama hiçbir kitapta belirtilmemiş yeni bir kombinasyon ortaya çıktığında şaşıran ve çekmeceden uygun olmayan alıntıyı çıkaran bir bilge” olmamalıdır (Bkz. Lenin, C.29, syf.352).

Alıntı, propagandacıyı ve hitap ettiği kitleyi düşünmeye, muhakeme etmeye yönlendirmelidir ve sihirli değnek olarak görülmemelidir.

Propagandacı, ele aldığı konuyu somutlaştırmak, göz önünde canlandırmak için çizelge, grafik, tablo, yazı tahtası ve göstergeye hizmet eden teknolojiyi de kullanmalıdır. Bu araçlar konferansta kullanabileceği gibi, seminerlerde, eğitim ve parti okulu çalışmalarında da kullanılmalıdır. Bu araçlar; dialar filmler, anlatılanın algılanmasını oldukça kolaylaştırır ve algılanan bir konu hakkında, teorik sonuçlar çıkartmak hiç de zor değildir.

Propagandacı, bu araçlarla nasıl çalışacağını, onlardan nasıl yararlanacağını bilmelidir. Dinleyicinin göreceği bir şekilde duvara asılan diyagramdan, tablodan, resimden vb. yararlanılmıyorsa, bunlar, dinleyicinin dikkatini dağıtmaktan başka bir işe yaramıyor demektir.

Propagandacı tarihsel kıyaslama yapmasını bilmelidir. Propagandacı, mevcut durumu, tarihsel bir durumla kıyaslarken, soruna somut yaklaşımın tarihsel olanın gölgesinde kalmamasına dikkat etmek zorundadır. Karşılaştırma, açıklamaya yardımcı olur. Ama hepsi bu kadar. Tarihsel olan, aynen tekerrür etmez. Dolayısıyla somut olan gelişme ile tarihsel olan gelişme bir ve aynı görülmemelidir. Propagandacı, tarihsel kıyaslama/karşılaştırma yaparken Lenin’in şu uyarısını dikkate almalıdır:

“Her karşılaştırmanın eksik olduğu bilinir. Her karşılaştırmada, karşılaştırılan nesnelerin ve şeylerin sadece bir yönü veya sadece bazı yönleri aynılaştırılır, diğer yönlerinden geçici olarak ve koşullu olarak soyutlanır” (Lenin, C.8, syf.453, "Pedagoji ve Politikanın Birbirine Karıştırılması Üzerine” makalesinden).

Öyleyse, propagandacı, 50, 100 yıl önce böyle olmuştu, bugün de aynısı oluyor diyerek propaganda yapamaz.

Propagandacı, marksist-leninist klasikleri (Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in yapıtlarını) esasen iki açıdan okumalıdır. Birincisi, içerik olarak özümleme. İkincisi de yöntem olarak özümleme. İçerik açıdan özümlemede sorunun tarihselliği de göz önünde tutulmalıdır. Yani o günün somutunu ifade eden bir anlayış, mutlaka bugün de geçerli olmayabilir. İçeriği özümlemek teoriyi özümlemektir. Bu yapıtları yöntem açısından özümleyerek, onların sorunlara nasıl yaklaştıklarını, teoriyi nasıl oluşturduklarını, nasıl kavratıcı olduklarını özümlemektir. Yani onların propagandacı yönlerinden öğrenmektir.

Propagandacı, faaliyetinde sanat ve edebiyatı kullanmasını bilmelidir. Marks, Engels, Lenin ve Stalin, geçmiş dönemlerin ve dönemlerinin yazarlarının, şairlerinin, edebiyatçılarının eserlerinden sürekli yararlanmışlardır. Marks’ın en çok sevdiği yazar Shakespeare’di. Lenin, Gorki’den sürekli bahseder, ama en çok M. J. Saltykovçedrin’i zikretmiştir eserlerinde.

Propagandacı, romanlardan, şiirlerden, güzel sanat eserlerinden, tiyatro eserlerinden vb. yararlanmasını bilmelidir.

Propagandacı dili kullanmasını bilmelidir. Propagandacının konuşmasında içeriğin en önemli olması, dili, nasıl kullandığının önemsiz olduğu anlamına asla gelmez. Burada dil, biçimdir ve içerik ve biçim ne denli uygunsa, anlatım da o denli başarılıdır. Her bilimsel anlatım, iddia, sav, açık seçik bir biçimde, dinleyicinin anlayacağı bir biçimde anlatılmıyorsa, anlamını kaybeder. Sözcükleri yuvarlayan, yarım konuşan, ne dediği anlaşılmayan, etkili olma inancıyla yabancı kelimeleri bolca kullanmaya özen gösteren, konuşurken uyutan birisi propagandacı değildir. Propagandacı, lisanı, bir orkestra şefi gibi, kullanmasını bilmelidir. Ses tonuyla, lisanı; kelimeleri, kavramları yerinde kullanmayla, vurguları yerinde yapmayla dinleyiciyi büyüler, onların dikkatini dağıtmaz.

Propagandacı, polemikçi olmak zorundadır. Propaganda nihayetinde yanlış ve doğru olanın kavratılmasıdır ve propagandacı da bu anlamda bir araçtır. Bu aracın bir bileşeni de polemiktir. Doğruyu kavratmak, yanlış olanın, neden yanlış olduğunu göstermekten/kavratmaktan geçer. Bu da polemiksiz olamaz. Örnek Mao Zedung düşüncesi, son kertede revizyonizmdir, antimarksisttir. Sorunlara marksist felsefe açısından yaklaşan bir propagandacı, doğruyu, yanlışı anlatmadan nasıl kavratabilir? İkinci bir örnek. Türkiye kırında köylülüğün, kapitalist ilişkiler temelinde sosyal katmanlarına ayırmış olduğu bir marksist-leninist komünist propagandacı için bir gerçekliktir. Ama bunun böyle olmadığına inananlar da var; örneğin maocular. Marksist-leninist komünist propagandacı, bu konuyu anlatırken maoculukla polemik yapmak zorundadır.

Marks ve Engels, konuşma ve yazılarında polemiği, ideolojik karşıtlarına karşı önemli bir silah olarak kullanmışlardır. Bu, Lenin ve Stalin için de geçerlidir. Lenin, “Tartışmanın ve Mücadele Etmenin İki Yöntemi” makalesinde şöyle der: “Örgütlülüğü bozma çabalarının önünü kökünden almasını öğrenmemiş birisi, örgütleyici olamaz. Örgüt olmaksızın işçi sınıfı bir hiçtir. Tartışmalar, görüş alışverişi... olmaksızın hareket, işçi hareketi de olanaksızdır. Tartışmaların küfürleşmeye, çene çalmaya dönüşmesine karşı acımasız mücadele olmaksızın hiçbir örgüt olası değildir” (C.19, syf.487).

Hitap ettiği kitleyi ideolojik-siyasi olarak kazanmak isteyen, savunulanın doğruluğuna ikna etmek isteyen, polemiği önemli bir silah olarak kullanmak zorundadır.

"Acil görevlerimiz üzerine makalesinde pozitif biçimde çerçevesini çıkartmaya çalıştığımın, en açık olarak polemik biçiminde güçlendirileceğini sanıyorum” (Lenin, C. 27, syf.271, "Sovyet iktidarının Acil Görevleri Üzerine Referat” makalesinden).

Polemiksiz bir I. Enternasyonal, polemiksiz bir "Kapital”, polemiksiz bir "Anti-Dühring”, polemiksiz bir "Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi”, troçkizme, Zinovyev’e, Buharin’e karşı polemiksiz bir mücadele, polemiksiz bir "Marksizm ve Dil Biliminin Sorunları”, "SSCB’nde sosyalizmin Ekonomik Sorunları” düşünebilir misiniz? Düşünmezseniz -ki düşünemezsiniz- partinin polemiksiz gelişmesini, ideolojik olarak olgunlaşmasını, teoriler üretmesini, yanlışa, troçkizme, maoculuğa vb. antimarksist akımlara, oportünizme ve revizyonizme karşı mücadelesini de düşünemezsiniz. Polemiksiz propaganda, polemik yapmayan propagandacı olamaz.

Propagandanın amacı ikna etmektir, körü körüne inanç sağlamak değildir. Propagandacı, ikna olmuş, davasına inanan komünistler yetiştirmek zorundadır, körü körüne inananlar değil.

Polemik, soruna eleştirel bakışı geliştirir, düşünmeyi yoğunlaştırır ve yönlendirir. Polemik, öğrenme sürecini canlandırır.

Özellikle eğitim, seminer ve parti okulu çalışmalarında propagandacı, "öğrencilerinin sistematik olarak okumayı öğrenip öğrenmediklerine dikkat etmelidir, onlara, okumayı öğretmelidir. Gelişi güzel, disiplinsiz, programsız değil, sistematik okuma esastır. Bu konuda N.K. Krupskaya şunları öneriyor. “Kendi kendine araştırmanın temel biçimi, sistematik okumadır... şunlara dikkat edilmelidir.

1) Az ama akıllıca okumak en iyisidir. Bir kitabı ‘yutmak’ oldukça verimsiz bir uğraşıdır.

2) Kitap seçimi olağanüstü önemlidir. Belli bir sorun üzerine okumak isteniyorsa, her şeyden önce sorunu anlayan biriyle konuşulmalı veya da söz konusu sorun üzerine önerilebilir bir literatür listesi temin edilmelidir. En iyi, en zorunlu kitaplar,...bunların arasından gücümüze uygun olanlar seçilmelidir.

3) Zaman zaman okumaya ara verilmeli, okunan konu üzerine düşünülmeli, anlaşılmayan deyim veya kelimeler varsa, sözlüğe bakılmalı, yine kavranmıyorsa bilen birisinin fikri alınmalıdır” (N.K. Krupskaya, "Nasıl Okunmalı”, C.III., s.87-88, Akt. Proleter Doğrultu, sayı 7, syf.97/98).

Propagandacı, öğrencilerine sistematik okumayı öğretmelidir. Propagandacının eğitim sorunun nasıl ele alması gerektiği üzerinde burada durmayacağız. Ancak Proleter Doğrultu’nun yedinci sayısında yer alan "Eğitim Sorununda Marksist-leninist Yöntem” yazısının özellikle incelenmesini öneriyoruz.

Eğitim, seminer ve parti okulu çalışmasında propagandacı katılımcıları konuşmaya katmalıdır. Böylelikle "öğrenci” öğrenme sürecine katılımcı olmaktan, dinleyen olmaktan çıkar ve sürece konuşan olarak katılır. Konuşma/konuşturma vasıtasıyla propagandacı, "öğrenci”nin bilgi seviyesini ölçer. Konuşmak, soru sormak, bilimsel düşünmek yeteneğini geliştirir. Propagandacı, kendinin de bir zamanlar "öğrenci” olduğunu, konuşa konuşa öğrendiğini ve propagandacı özelliklerini geliştirdiğini unutmamalıdır. "Öğrenci”lerin de aynı süreçten geçmelerinden doğal ne olabilir ki? "Öğrenci”, konuşmalıdır, yanlış da olsa anlatmak istediğini anlatmalıdır. O, böylelikle konuşma çekingenliğini atar, tartışmalara müdahale, katılma cesaretini kazanır. Konuşma, “öğrenci”nin kendi faaliyetidir ve bu faaliyet her biçimde desteklenmelidir.

Propagandacı, “öğrenci”ler ile kaynaşmasını bilmelidir. Sadece ders saatinde değil, beraber olduğu bütün dönem boyunca, otorite ve ciddiyet adına “öğrenci” ile arkadaşlık, yakın ilişki kurmayan propagandacı, istenmeyen ve sıkıcı bir eğiticidir. Ders atmosferi canlı, sıcak, neşeli olmalıdır. Atmosferin böyle olması, propagandacının tecrübe ve ustalığını gösterir.

Eğitim, seminer ve parti okulu çalışmasına katılanların şu veya bu şekilde aynı seviyede olmaları idealdir. Ama her zaman mümkün değildir. Buralarda farklı bilgi seviyesinde olan katılımcıların olduğunu propagandacı göz önünde tutmak zorundadır. Propagandacı, çok bileni esnetmeyecek, az bileni zorlamayacak bir yol tutturmasını bilmelidir. Böylelikle propagandacı, bütün "öğrenci”lerin tartışmaya katılımını sağlar. Susan, tartışmaya katılmayan dinleyici, propagandacının ne denli tecrübesiz ve yeteneksiz olduğunu gösterir. Lenin, "susan dinleyiciden hoşlanmazdı. O,...yerinde bir sözle...salona yaşam getirmesini anlardı...ve yoldaşlar, kendiliğinden birbirleriyle tartışırlardı, görüşlerinin doğruluğunu kanıtlamaya çalışırlardı. Bu derste, her şey öyle canlı, neşeli ve ilginçti ki, hiç kimse eve gitmek istemezdi...yoldaşlar, ‘evet, bu ders sıkıcı değil, kimse uyumaz’ derlerdi”. Bir bayan bolşevik Lenin’in ders verişini, onun "öğrenci”lere yaklaşımını böyle anlatıyor.

Propagandacı, bazen, bir vücutta iki insan olmasını bilmelidir. Siyasi karşıtlarıyla mücadelede propagandacı, hırçın ve acımasızdır. Ama aynı propagandacı bir parti okulunda, eğitim ve seminer çalışmalarında "öğrenci”lerin hataları karşısında tamamen değişik bir insan olur. Burada, öğrenenler karşısında öğretici konumundadır. Öğrenenin hata yapacağını/yaptığını bilir ve hatayı, öğretici bir tarzda düzeltir. Lenin’in Cenevre parti okulundaki ve siyasi karşıtları karşısındaki tavrı, bir vücutta iki insan olmaya tipik bir örnektir. Siyasi karşıtları karşısında acımasız olan Lenin, parti okulunda, sabırlı bir eğiticiydi.

Propagandacının otoritesi ve ideolojik mücadelede ve eğitimde önder rolü tartışılmaz. Ama propagandacı kendi hal ve hareketiyle bunu tartışılır duruma getirebilir. Yerine göre, yığınlara ve "öğrenci”lere yukarıdan bakan, soğuk, donuk olan, bilgiçlik taslayan, hata yapan "öğrenci”nin tepesine çullanan, sadece kendisi konuşup, kitleyi, "öğrenci”yi dinlemeyen, onlardan öğrenmeyen, faaliyetini kitabi olarak sürdüren, insanın ruh halinden anlamayan, mesafeli olan birisinin -neden propagandacı olarak görüldüğü bir yana- otoritesi, sevgi ve saygıya değil, resmi konuma dayanır. Böyle bir "propagandacının önderliğini kimse "takmaz” ve otoritesi de, en fazlasıyla espri konusu olur.

Propaganda, aynı zamanda, düşünce geliştirmenin de yolunu açmaktır. Örnek: Parti okulunda, eğitim çalışmalarında eğitimin amacı, aynı zamanda, "öğrenci”nin düşüncesini geliştirmesine yardımcı olmaktır. Propagandacı, derste, ele alınan konuda anlatılması gerekeni kendisi anlatıyor ve katılımcıya muhakeme etme, derse katılma şansı tanımıyorsa, sonucu verimsiz olan bir iş yapıyor demektir. Propagandacı, susmasını, “öğrenci”yi konuşturmasını bilmelidir. Katılımcı, “kırık dökük” de olsa düşüncesini formüle edebilme şansına sahip olmalıdır.

Propagandacı böylesi eğitim çalışmalarında, katılımcıları "yoklamak” için gerekirse bilerek yanlış da anlatabilir. Amaç, katılımcının anlatılanın yanlış olduğunu fark edip etmediğini ölçmektir.

Doğruyu yanlış anlatmak, yanlışın doğru olduğunu savunmak, karmaşık veya da kolay sorular, şaşırtma amaçlı sorular; çelişkiler düşünmeye, ele alınan, anlatılan konu üzerine mantıksal sonuçlar çıkartmaya hizmet eder. Özellikle eğitim çalışmalarında propagandacı, bu yöntemleri kullanarak, “öğrenci”yi düşünmeye ve düşündüğünü de söylemeye zorlamalıdır. Propagandacı, işini anlıyorsa, “öğrenci”, düşünmeye ve konuşmaya zorlandığının farkına bile varmaz, böyle bir derse katıldığı için mutlu olur, öğrendiğinden emin olur.

Propagandacı, özellikle eğitim çalışmalarında katılımcılar arasındaki tartışmayı da bir orkestra şefi gibi yönlendirmelidir. Ele alınan konunun kavranmasına hizmet eden, katılımcıların düşünme ve konuşma, tartışma yeteneğini geliştiren tartışmaların, amaca uygun ve belli bir disiplin içinde geçmesi, propagandacının ne denli yönlendirici olduğuna bağlıdır. Herkesin, aynı anda konuştuğu, kimin ne dediği bilinmeyen bir ortamda hiçbir şey öğrenilemez. Katılımcılar arasındaki tartışma da, eğitime, bilgi zenginliğine hizmet etmek ve ufku genişletmek zorundadır.

Kalinin şöyle diyor: "Insanlar tartışmalıdırlar, yapay olarak değil, gerçekten. Yani bir ‘dalaş’la değil, ciddi, canlı bir tartışmayla sonuçlanan...Böyle bir öğrenme yönteminde marksizm- leninizmin ruhuna en derin bir şekilde girilir” (Kalinin, "Komünist Eğitim ve Askeri Yükümlülük” kitabı, syf.344, Berlin 1960, "Öğretmen Gazetesi” redaksiyonu tarafından düzenlenen "En Iyi Mehir ve Köy Öğretmenleri Görüşmesi”ndeki konuşması, 28 Aralık 1938).

Propagandacı, ele alınan konuyu, katılımcıları konuşturarak öğretmesini bilmelidir.

Sonuç olarak:

"Ajitasyon ve propagandada sansasyon peşinde koşmaktan tamamen kaçınılmalıdır. Zaman, ...izleyiciye gürültülü konuşmaları, retorik ve okulcu diyalektik yutturma zamanı değildir. Böyle şeyler...verimli değildir. Işçilerin toplantısına ...gelindiğinde ve tumturaklı konuşmalara ve ahlâk vaazına başlandığında duyulan şudur. ‘Bu akıl hocalığı da ne oluyor?’ ...insanlara anlaşılır bir şekilde ve sabırla, gelişme anlatılmalıdır. Ajitasyon ve propaganda konuşmalarınızda tumturaklılıktan, retorikten...ve akıl hocalığından kaçının. (Bunun kolay olmadığını tabii ki anlıyorum). Böylece propaganda ve ajitasyonunuz şüphesiz ki oldukça etkili olacaktır... Ajitasyon ve propagandada özentiye işaret kelimeler kullanmamanızı tavsiye ederim...Ajitatörler ve propagandacılar uyduruk kelimeler kullanmaktan kaçınmalıdırlar. Bunlar hiçbir işe yaramazlar... itinasız ifade tarzı ajitatör ve propagandacıları etkili olmaktan sadece alı kor” (Kalinin, "Komünist Eğitim Üzerine” kitabında yer alan "Ajitasyon ve Propagandanın Bazı Sorunları Üzerine” makalesinden, syf.91, 92, 93, 94).

Propagandacı, kime yazdığını, kime hitap ettiğini bilmelidir.

"Kime hitap ettiğimiz, kim için yazdığımız sorusu, kendimize sormamız gereken ilk sorudur. Partili yoldaşlara mı, partisizlere mi, karşıt partilerin üyelerine mi hitap ediyoruz? Bizi tanıyan, bize güvenen işçilere mi veya bize hâlâ şüpheyle bakan emekçilere, köylülere, küçük zanaatçılara ve aydınlara mı hitap ediyoruz? Bu çağrıyı, bütün emekçi halk için mi veya belli bir sınıf için mi, belli gruplar ve tabakalar için mi yazıyoruz? Halkımızın gençliği için mi, yoksa büyük bir sanayi bölgesinin işçileri için mi veya köylüler için mi bir makale yazıyoruz? Kime hitap ediyoruz, sözümüz kime ulaşmalıdır ve sözümüz ne elde etmelidir? Bu, ilk sorudur. Bu soru, çoğu kez ne sorulur ne de cevaplandırılır. Bir kitle toplantısında, bir mahalle konferansında konuştuğundan farklı konuşmayan, gençlik önünde, yaşlı görevliler önünde konuştuğundan farklı konuşmayan, canlı insanlara değil, herhangi bir soyut dinleyiciye hitap eden konuşmacılar var. Düşüncesiyle, dinleyiciye nüfuz etme çabasını göstermeyen, dinleyiciden kendi düşüncesine nüfuz etme çabası (bekleyen) konuşmacılar var. Belki dünya tarihi arşivi için...ama yığınlar için yazılmamış çağrılar ve makaleler var. Bu çağrıların ve makalelerin çoğuna teorik olarak pek itiraz edilemez, onların, sadece küçük bir hatası var: okuyucu karşısında kayıtsızlar, okuyucuda yankı bulmuyorlar.

Doğru söylemek yetmiyor (söylenmesi gereken) belli gruplara, tabakalara, yığınların doğrudan etkide bulunacak bir şekilde söylenmelidir” (E.Fischer, Komünist Enternasyonal dergisi, Mayıs 1936, sayı 5, syf.441).

Propagandacı "yeni lisanı”, halkın lisanını konuşmalıdır. "Yeni bir lisan konuşmalıyız! Bu, milyonları, mücadeleye şevklendiren lisandır. Bu, sadece bir stilistik sorunu değil, her şeyden önce bir duruş sorunudur...Kitlenin bu lisanı, halkın bu lisanı nasıl öğrenilir? O, kapalı kapılar ve pencereler arkasında öğrenilmez. Bu lisan, sadece, kapılar pencereler açılarak, halkın, yığınların bütün hava cereyanı içeriye alınarak öğrenilir. O, sadece, halkın ve ülkenin geleceği ve kaderi için sorumlu hissedilerek öğrenilir” (Ag. dergi, syf.443).

Her şeye tepki göstermeliyiz, anında tepki göstermeliyiz. "Yığınları hareketlendiren, halkı ilgilendiren her şeye tepki göstermeliyiz ve anında tepki göstermeliyiz... Bir komünistin, ‘bu bizi ilgilendirmez’ demesinden daha kötü bir şey yoktur. Ekonominin sorunları veya okulun sorunları, dış politikanın sorunları veya ailenin sorunları, ticaret bilançosunun sorunları veya kültür çöküşünün sorunları olsun, bizi her şey ilgilendirir. Ajitasyonumuz ve propagandamız çok çeşitli, çok kapsamlı, çok yönlü olmalıdır. O, sadece, insanların iktisadi değil, bütün diğer gereksinimlerini de dikkate almalıdır. Biz komünistler dünyayı yeniden şekillendirmek istiyoruz. Kapitalist dünyada olup biten her şey üzerine kendi düşüncemizi oluşturuyoruz... Yığınların dikkatini çeken her olayı ajitasyonumuz ele almalıdır. Propagandamız genel görüşlerden değil, güncel durumdan hareket etmelidir” (agy.).

Bütün can alıcı sorular cevaplandırılmalı, düşmanın bütün savları çürütülmelidir.

"Propagandamız, şimdiye kadar partilerimizin görevlerinin ve olanaklarının oldukça gerisinde kaldı. Devasa halk yığınları harekete geçtiler. Eski, kapitalist dünyanın derin çürüklüğü ve istikrarsızlığı onların bilincine çıktı. Krizden ve savaş tehlikesinden bir çıkış yolu arıyorlar. ^imdi, eskiyle karşılaştırılamayacak derecede, yeni olanı kalplere ve beyinlerine almaya hazırlar. Eskiden olduğundan daha çok Sovyetler Birliği ve komünizmle ilgileniyorlar. Yüz soru soruyorlar ve yüz soruyu cevaplandırmamızı istiyorlar. Ama onlar; sadece bizi dinlemiyorlar, onlar, sıçan tutan faşist köpekleri de dinliyorlar. Yığınlar herhangi bir yeni istiyorlar, güçlü ve geleceği biçimlendirme yeteneğinde olanı istiyorlar. Bu durumda, daha yoğun propagandayla bütün soruları cevaplandırmamız, karşıtın bütün argümanlarını çürütmemiz, yardım arayışında olanlara büyük bir perspektif vermemiz eskiye nazaran daha önemli olmuştur.

Bazen, bizzat kendimiz önemimiz, bu tarihsel andaki görevlerimizin büyüklüğünü kavramadığımız hissinden kurtulunamıyor; milyonlar bizi dinliyorlar, ama bu milyonlara oldukça az hitap ediyoruz. Düşmanın devasa propagandasına kitaplardan, dergilerden oluşan bir orduyla karşı koymak için, düşüncemizle yanıp tutuşanları, düşüncelerimize sempati duyanları, yazabilen ve mücadelesini verdiğimiz davayı yaratıcı bir şekilde ifade edebilen herkesi yanımıza çağırmalıyız” (Ag. dergi, syf.344/345).

Komünist Enternasyonalin "Internationale Presse Korrezpondenz” dergisinde "Propagandanın Genel Görevleri” konusunda şöyle deniyor.

"İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesi için devrimci teorinin öneminden bizim genel marksist propaganda görevlerimiz çıkar. Marksist propagandanın hakim genel görevi olarak, bir dizi komünist partilerde marksist dünya görüşünün temellerinin yaygınlaştırılmasının zorunluluğu önümüzde duruyor. Marksist düşüncelerin bu yaygınlaştırılması II. Enternasyonal’in sahte marksizmi karşısında acımasız bir hesaplaşmanın ve acımasız bir mücadelenin karakterini taşımak zorundadır. Bunun anlamı şudur: Marksist dünya görüşünün genel temelleri propagandamız soyut karakter taşımamalıdır, bilakis yeni çağın işçi sınıfının önüne koyduğu somut tarihsel görevlere dayanmalıdır. Bu, propagandamızın marksizmin ve leninizmin bir propagandası olması gerektiği anlamına gelir. Leninizmden bahsediyorsak, böylelikle, Lenin’in marksist teoriye verdiği o özel içeriği vurguluyoruz. Leninizm, II. Enternasyonal’in bayağılaştırılmış, iğdiş edilmiş marksizmine karşı acımasız mücadeledir. Ama leninizm, Marks’ın marksizminin sadece yeniden doğuşu değil, bilakis emperyalizm çağının ve sosyalist devrimin gelişmesinin ilişkileri koşullarında marksizmin devamı ve ileriye doğru geliştirilmesidir. Tarihsel süreç yerinde saymıyor, toplumsal var oluş değişiyor ve gelişiyor”.

Bu, bugün de geçerli olan bir anlayış. Çağımızın karakteri değişmedi. Ama marksist teorinin, marksizm-leninizmin düşmanlarının adı/sıfatı değişti. Marksizm-leninizm hasımlarına karşı mücadele içerisinde hep gelişegeldi.

Antimarksist akımlara karşı acımasız bir mücadele sürdürmek propagandamızın genel görevlerinin önemli bir öğesidir. Bugünkü Türkiye ve dünya devrimi sürecinde marksist teorinin; marksizm-leninizmin katışıksızlığını sağlamak ve korumak, ancak ve ancak antimarksist akımlara karşı mücadeleyle mümkün olabilir. Genel propagandamızda bu akıma karşı mücadele önemli bir yere sahip olmalıdır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi