Ezilenler Ve İktidara Yürüyen Marksizm

“Sanki bir yerde bir ordu toplanacak ve ‘biz sosyalizmden yanayız’ diyecek, bir başka yerde toplanan bir başka ordu da ‘biz emperyalizmden yanayız’ diyecek ve bu sosyal devrim olacak!”

(V.l.Lenin)

Marksist Leninist komünist partinin ister teorik isterse pratik olsun, her ileri adımının dışarıdan “muhalifleri” olmuştur. Bunda bir terslik de yoktur. Hatta bu, anlamlı bir belirti olarak da kabul edilebilir. Örneğin, Partinin kendisini komünist ve devrimci hareketin rönesansı olarak tanımlamasında olduğu gibi, “ESP fenomeni” vurgusunun da değişik çevrelerde yaygın reaksiyoner tepki yarattığı biliniyor.

Marksist Leninist komünist partinin tarihsel gelişiminin belli eşiklerinin özel anlamlar kazandırdığı kavramlar vardır. Onun tarihiyle biraz yakından ilgilenenler bunları kolaylıkla saptayabilirler. Fakat aynı zamanda bir yandan bu kavramlara aşırı vurgu yapan, hatta her derdin devası haline getirerek içeriğini boşaltan, diğer yandan da tepki duyan, rahatsız olan, reaksiyoner tepkisel (söz uygunsa alerji kapan) yaklaşım ve eğilimlere de tanık olunur. Bu bakımdan birlik mücadelesinin son döneminin ruhunu yansıtan “irade” kavramı en tipik örneği oluşturur. Keza kuruluş döneminde, parti gerçeğini yansıtmanın da ötesinde, bir bakıma partinin kuruluş felsefesini özetleyen “Birlik Devrimi” kavramı için de durum aynıdır.

21. yüzyılın girişinde “ezilenler” sözcüğü bir sihirli değnek dokunmuş gibi, “birden bire” günlük yaşamdaki sıradan kullanılış alanı ve anlamının dışına taşar. Bir sözcük olmaktan çıkar, kavram mertebesine sıçrar. Rahatlıkla denilebilir ki, “ezilenler” kavramının yükselişi, Marksist Leninist komünist partisinin geride kalan yıllardaki atılım ve yükselişi ile bağlıdır. Bu dönemde “ezilenler” sözcüğü yalnızca komünist öncünün tarihinde özel bir anlam kazanmakla kalmamış, aynı zamanda ilerici, devrimci harekette bugünkü özgün politik kavramsal değerini de kazanmıştır.

“Ezilenler” sözcüğü hiç kuşkusuz ilerici, sol, sosyalist, devrimci vb. güçlerin literatüründe öteden beri var olagelmişti. Bu sözcük, tabi ki, Marksist Leninist komünistlerce üretilmiş de değil. Fakat daha kuruluşundan itibaren “ezilenler” kavramının komünist öncünün varlığında önemli bir yer tutuğunun altını çizebiliriz. Ancak “Ezilenlerin Sosyalist Platformu”nun ilanı ve o bayrak altında Marksist Leninist komünistlerin geliştirdiği politik mücadele tarzı, “ezilenler” sözcüğüne ilerici devrimci hareket içerisinde bugünkü özgün politik kavramsal değerini kazandırmıştır. “Ezilenler” sözcüğünün böylesine etkin bir kavramsal değer kazanmasının bir temel nedeni de değişik toplumsal kesimlerin bu kavramda kendi gerçeklerini, sorun ve taleplerini bulabilmeleri, bu kavramla belli bir özdeşlik ilişkisine kolaylıkla girebilmeleridir. Belki de Marksist Leninist komünistlerin üstünlüğü ilkin, bu noktada tarihin dilini çözmeyi başarmış olmaları, akabinde ise, geliştirdikleri mücadele tarzı ile tarihin öncüden istemlerini yanıtlayabilme yeteneğini göstererek bütünleyici bir ilişkilenişi kurabilmiş olmalarındadır.

Benzer iddialar taşıyan bir başkası, daha etkili bir araç kullandığında, sizi de o aracı kullanmaya zorlar. Bu politik mücadele tarihinden kolaylıkla denetlenebilir. Hegemonya mücadelesinin bir yönüdür ve hegemonya mücadelesinin mantığında verilidir bu. ESP ve ESP ismi üzerine çokça spekülasyon ve “eleştiri” yapanların bize hatırlattığı, öncelikle bunlardır. Komünist öncünün küçük burjuva muarızları, Marksizm adına “sınıf çizgisini”, “proleter sınıf perspektifini kaybetmek” ve de dahası legalizm ve tasfiyecilik suçlamaları ile nafile bir ideolojik saldırı seferberliği yürüttüler ve yürütmeye devam ediyorlar. Yıllar ve yıllardır söz tüketen bu grup ve çevrelerin laf külliyatlarını Marksist Leninist komünistlerin pratiğiyle, eylemiyle yüzleştirme yöntemine ya da devrimci dürüstlüğüne ve cesaretine başvurmamaları ise onların çıkmazlarını sergiler. Aralarında on yıldır neredeyse “her gün” komünistlerin devrimciliğine cenaze merasimi düzenleyen, ar damarı çatlamış olanların traji-komik gerçekliği de şurada kalsın. Küçük burjuva rekabetçiliğinin ve devrimci lafazanlığın bu en kötü biçimleri karşısında, bize durumu tebessümle izlemek dışında bir şey kalmıyor. Hayat, laf dağları yaratanların yanından geçip gidiyor, Marksist Leninist komünistler yollarına devam ediyorlar. Kullanılan araç ve biçimlerin yankısı, devrimci cenahtaki etkileriyse gözler önünde. Spekülatörlerin ve felaket tellalının bunlardan nasıl “esinlendikleri”ni görmek isteyen herkes görüyor.

20. yüzyılın zafere ulaşan bütün devrimlerinde devrimci önderlikler, istisna tanımaz biçimde doktriner olmayan, kitabi olmayan özgün bir yol bulmuşlardır. En başta Lenin için geçerlidir bu. Martovlar, Plahanovlar Lenin’i revizyonistlikle suçlamışlardır. Çünkü Lenin’de Marksizm cansız, ölü bir şey, bir dogma, kitabi bilgi yığını değil, yaşayan canlı bir öğretidir, devrimci eylemin kılavuzudur. Martov ve bilumum Menşevikleri en çok çileden çıkartan Lenin’in işçi sınıfının demokratik devrime önderlik etmesi düşüncesi olmuştur. Çünkü onlar ezberlerine bağlıdırlar ve ezberlerinde demokratik devrimin burjuva karakteri yazılıdır. Devrim burjuva karakterde olduğuna göre, devrime burjuvazi önderlik etmeli, proletarya da onu ileri itmeye çalışmalı ve hatta burjuvaziyi ürkütmemek için fazlaca ileri gitmemeli, burjuvazinin kuyruğuna yapışmalıdır. Onlar, burjuva devrime önderlik işini burjuvaziye bırakması için Lenin’e ve Bolşeviklere karşı mücadele etmişlerdi. Lenin, işçi sınıfının burjuva devrimde hegemonyası düşüncesini geliştirmekle kalmadı, işçi sınıfı ile diğer bir ezilen olan köylülüğün ittifakını öngördü. Demokratik devrimde işçi sınıfı ile köylülük arasında irade birliği olduğunu açıkladı. Daha da ileri giderek işçi sınıfı ve köylülüğün ortak diktatörlüğünü düşünsel olarak temellendirdi. Lenin'in başında bulunduğu parti, işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü sloganıyla demokratik devrimi örgütlemeye, demokratik devrimde proletaryanın hegemonyası için mücadeleye atıldı.

Marksizme sıkı sıkıya bağlı kalan Lenin, asla bir doktriner ve bir dogmatik olmadı. Marks ve Engels'in kuşkusuz çok başarılı ve hayranlık uyandıracak derecede yaratıcı bir öğrencisiydi. Tabii ki Komünist Manifesto'yu da iyi okumuştu, onun “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” şiarını da çok iyi biliyordu. Marks ve Engels'in “Marksizmi” kuruluş aşamasındaki Marksizmdi. Onlar, öğretiyi oluşturuyorlardı ve öğretilerini programatik bir formda ilan ettikleri Komünist Manifesto’da, “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” sloganını bayraklaştırmalarından daha doğru bir şey olamazdı!

Lenin'in Marksizmi ise iktidara yürüyen ve daha sonra da iktidardaki Marksizmdi.

Lenin, işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünü bayrak edinmekle kalmadı, Rus proletaryası 1917 Ekimi'nde burjuvaziyi devirip iktidara geldikten sonra, dünya komünist partisi Komünist Enternasyonalin bayrağına “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşiniz” belgisini yazdırdı. Kuşkusuz Lenin'in Marksizminin odağında da tıpkı, öğretinin kurucularının Marksizminde olduğu gibi, proletarya duruyordu. Bununla birlikte Lenin, hegemonya sorunu üzerinde özellikle durmuştur. Bu, Lenin’in üstün yanlarından birisi olduğu kadar, çağıyla bağını da en çarpıcı biçimde açığa çıkartır. Onda Marksizmi iktidara yürüyen Marksizm yapan, her şeyden önce onun geliştirdiği proletaryanın hegemonyası öğretisidir. Hegemonya düşüncesi Lenin’i, proletaryanın yaşadığı toplumdaki diğer sınıflar ile özellikle de söz konusu toplumun öteki ezilenleri ile ilişkilerini aydınlatmaya yöneltmiştir:

“Siyasal sınıf bilinci, işçilere, ancak dışarıdan verilebilir, yani ancak iktisadi mücadelenin dışından, işçilerle işverenler arasındaki ilişki alanının dışından verilebilir. Bu bilgiyi elde etmenin mümkün olduğu biricik alan, bütün sınıf ve tabakaların devletle ve hükümetle ilişkisi alanı, bütün sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiler alanıdır. Onun için, işçilere siyasal bilgi vermek için ne yapmalı sorusuna yanıt, pratik içindeki işçilerin ve özellikle ekonomizme eğilim gösterenlerin çoğunlukla yeterli buldukları, 'işçiler arasında gidilmelidir' yanıtı olamaz. İşçilere siyasal bilgiyi verebilmek için, sosyal-demokratlar nüfusun bütün sınıfları arasına gitmek zorundadırlar; onlar askeri birliklerini bütün yönlere sevk etmek zorundadırlar.”s.47/48

İşçi sınıfının düşüncesini işçi sınıfına çevirmek, Marks ve Engels sonrası Marksizmin bir iç eğilimidir. İşçi sınıfının dikkatini işçi sınıfına çevirme, odaklama yönelimi ekonomizmin ve sendikalizmin temeli olmakta, işçi sınıfının burjuva siyasetine de kaynaklık etmektedir. Oysa işçi sınıfının dikkatini kendisine çevirmesi düşüncesine şiddetle karşı çıkan Lenin, işçi sınıfının dikkatini bütün toplumsal sınıf ve tabakalara yöneltir ve bütün öteki sınıflar ile proletarya arasındaki ilişkileri aydınlatır; ama özellikle de diğer ezilenler ile proletarya arasındaki ilişkilere yoğunlaşır:

“Rus işçileri, polisin halka zorbaca davranışına karşı, dinsel mezheplere zulmedilmesine, köylülerin kırbaçlanmasına karşı, amansız sansüre, askerlere işkence edilmesine, en masum kültürel girişimlerin bastırılmasına vb. karşı niçin hâlâ bu kadar az devrimci eylemde bulunmaktadır? ... Eğer bütün utanç verici haksızlıklara karşı yeteri kadar geniş, çarpıcı ve anında teşhirleri hâlâ örgütleyemiyorsak suç bizdedir, yığın hareketinin gerisinde kalışımızdadır. Bunu yaptığımız zaman (ve bunu yapmak zorundayız ve yapabiliriz de), en geri işçi bile, öğrencilerin ve dinsel mezheplerin de, köylülerin ve yazarların da, kendisini yaşamının her adımında baskı altında tutan ve ezen aynı karanlık güçler tarafından hareketlere ve keyfi davranışlara uğradıklarını anlayacak ya da içinde duyacaktır; ve bunu duyunca, kendisi de tepki göstermek isteyecektir, bu yolda dayanılmaz bir istek duyacak ve gereğini yapmayı bilecektir; bugün sansürcüleri "yuhalayacak", yarın bir köylü ayaklanmasını amansızca bastırmış olan valinin evi önünde gösteri yapacak, öbür gün kutsal engizisyonun işini gören papaz kılıklı jandarmalara bir ders verecektir, vb. Şimdiye kadar çalışan yığınların önüne mümkün olan bütün konularda uygun teşhirleri sermekte çok az şey, ya da hemen hiç bir şey yapmadık. Birçoğumuz, henüz bu yükümlülüğümüzün bilincine varmış değildir ve fabrika yaşamının dar çerçevesi içinde 'günlük tekdüze mücadelenin' ardında kendiliğinden sürüklenmektedir.” s.42/43 İlerleyen sayfalarda şunları da yazacaktır Lenin: "Tartıştığımız sorun, çeşitli toplumsal katmanların, otokrasinin devrilmesine olanaklı ve zorunlu katılışı sorunuydu; ve eğer biz, 'öncü' olmak istiyorsak, bu 'çeşitli muhalefet katmanlarının eylemine' sadece kılavuzluk edebilecek durumda olmakla kalmayız, bunu yapmak zorundayız da. Öğrencilerimiz ve liberallerimiz, vb. 'onları siyasal düzenimizle karşı karşıya getiren mücadeleyi' yalnızca kendileri yürütmekle kalmayacaklardır, bu yönde en büyük katkı, otokratik hükümetin polisinden ve memurlarından gelecektir. Ama 'biz', eğer ön saflardaki demokratlar olmak istiyorsak, sadece üniversite ya da zemstvo vb. koşullarından yakınanların düşüncelerini, tüm siyasal düzenin beş para etmediği düşüncesine yöneltmeyi üstlenmeliyiz. Bütün muhalefet katlarının mücadeleye ve partimize ellerinden gelen desteği verebilmelerini sağlamak için kendi partimizin önderliği altında, çok yönlü bir siyasal mücadelenin örgütlendirilmesi görevini biz üzerimize almalıyız. Pratik içindeki sosyal-demokratlanmızı; bu çok yönlü mücadelenin bütün belirtilerine kılavuzluk edebilen, kaynaşma halindeki öğrencilere, hoşnutsuz zemstvo mensuplarına, öfkeli dinsel mezhep mensuplarına, gadre uğrayan ilkokul öğretmenlerine, vb. vb. gereken anda 'kesin bir eylem programı kabul ettirmesini' bilen siyasal önderler olarak eğitmek, bizim işimiz olmalıdır.” (S.52/53)

Lenin’e göre Çarlık Rusya’sında proletarya dışında da ezilen toplumsal kategoriler vardır. Köylülük, öğrenciler, ilkokul öğretmenleri, yazarlar vb. politik bakımdan ezilen toplumsal tabakalar ve kesimlerdir. Tabii ki bunlar aynı zamanda Çarlığa karşı mücadelenin ve muhalefetin içerisindedirler. İşçi sınıfının büyük önderi Lenin, diğer ezilenlerin mücadelesine ve harekete çekilmesine büyük önem verir. Lenin işçi sınıfının Çarlık tarafından ezilen bütün bu toplumsal tabakaların başına geçmesi, Çarlığa karşı mücadelede bütün ezilenlerin önderliğini üstlenmesi gerektiğini savunur.

Bütün bu ezilen toplumsal kategorilerin her biri ayrı ayrı analiz edilebilir elbette. Ezilen toplumsal sınıf ve tabakalar içerisinde yalnızca proletarya diğerlerine önderlik etme yeteneğine sahiptir. Ve işçi sınıfı diğer ezilen kesimlerin önderliğini üstlenebilmek için, demokratik talepleri en tam şekilde formüle etmeli, onları hedefleyen baskı ve zulmün her örneğini duraksamadan protesto etmeli, egemenlere karşı mücadelenin en kararlı ve öncü bölüğü olarak kendini ortaya koymalıdır. Lenin’e göre, özgürlük uğruna mücadelenin şampiyonu olan ve tüm ezilenlerin mücadelesinin başında yürüyen proletarya, bu nedenle, sosyalist amaçlarını ve kimliğini bir an bile gizlemez, gizlememelidir de:

“Bir demokratı dinlemek isteyen bütün toplumsal sınıfların temsilcileri için de mitingler düzenleme yol ve araçlarını bulmalıyız; çünkü pratikte 'komünistlerin her devrimci hareketi desteklediklerini' ve bundan ötürü sosyalist inançlarımızı bir an bile gizlemeksizin bütün halk önünde genel demokratik görevlerimizi açıklamak ve vurgulamak zorunda olduğumuzu unutan kimse, sosyal-demokrat olamaz. Pratikte, her türlü genel demokratik sorunun ortaya atılmasında, öneminin belirtilmesinde ve çözüme bağlanmasında herkesin önüne geçme yükümlülüğünde olduğunu unutan kimse, sosyal-demokrat değildir.” (S.50)

Çünkü proletaryanın sosyalizme giden yolu demokrasi mücadelesinden veya okulundan geçmektedir. Proletarya, özgürlük mücadelesinin yalnızca temel bir gücü değil, aynı zamanda bu mücadelenin en kararlı bölüğüdür. Yalnızca ve yalnızca özgürlük mücadelesinin başına geçme yeteneği gösteren proletarya iktidara yürüyebilir.

Lenin’de “ezilenler” kavramı, yalnızca Çarlık Rusya’sı gerçekliğinde köylüler, öğrenciler, aydınlar vb. gibi çok belli toplumsal katmanları kapsamaz. Yukarıdaki alıntılarda geçen “dinsel mezheplere zulmedilmesi” ifadesinde görüldüğü gibi, Lenin’in “ezilenler” kavramı içerisinde ele aldığı ikinci bir kategori daha vardır. Ezilen cins olarak kadınlar, ulusal varlıkları ve hakları inkar edilen uluslar-ulusal topluluklar, keza varlığı inkar edilen ve horlanan mezhepler-dinsel topluluklar, bu kategoridedir. Bu toplulukların hiç biri toplumsal bileşimleri bakımından homojen değildir. Sömüreni de sömürüleni de kapsayan toplumsal yapılardır. Yapılarında uzlaşmaz sınıfsal karşıtlıklarını barındırırlar. Kapitalizm bütün bu topluluklar olmaksızın düşünülemez. Ve proletarya ve de onun komünist öncüsü, bütün bu toplumsal gerçeklikleri görmezden gelemez. Ezilen cins olarak kadın gerçekliği, demokratik kadın hareketinin kaynağını oluştururken, keza ulusların-ulusal toplulukların ulusal (ve ulusal-sömürgesel) baskıya karşı mücadeleleri de ulusal demokratik hareketlere yol açar. Ezilen mezhepler için de benzer bir durum geçerlidir. Bu hareketler homojen olmayan sınıfsal yapıları nedeniyledir ki, değişik ve hatta karşıt eğilimleri içerisinde potansiyel olarak barındırırlar. Demokratik hareketlerin değişik toplumsal sınıflara dayanması, mülk sahibi sınıfların üyeleri ve değişik kesimlerinin, egemenlerle uzlaşma eğilimlerinin varlığı, ideolojik olarak bulanıklıkları vb. proletaryanın ve komünist öncüsünün bu hareketlere ilgisiz ve seyirci kalmasını haklı çıkartamaz. Proletarya ve komünist öncüsü o kadar dar görüşlü, bencil ve apolitik olamaz!

Lenin’in diğer ezilenlerle proletarya arasındaki ilişkiye yaklaşımı yalnızca Çarlık Rusya’sı ile sınırlı değildir. O emperyalizm dönemi gerçekliğini derinliğine kavramış ve aydınlatmıştır, ezilenler sorununu emperyalizm gerçekliği içerisinde de ortaya koymuştur. Bu bakımdan Lenin emperyalizm döneminde toplumsal devrime yaklaşımı; onun gerek proletaryanın dışındaki ezilenlerle gerekse de proletarya ile diğer ezilenler arasındaki ilişkiye yaklaşımını kavramak bakımından da açıklayıcıdır. “Sosyal bir devrimi canlı bir olay olarak düşünmeyeni”; “iflah olmaz doktriner” olarak damgalayan Lenin, sosyal devrimi şöyle tahayyül eder:

“Çünkü sosyal devrimin, sömürgelerde ve Avrupa’da küçük ulusların ayaklanmaları olmadan, bütün önyargılarıyla birlikte küçük-burjuvazinin bir bölümünün devrimci patlamaları olmadan, toprak sahipleriyle kilisenin boyunduruğuna karşı, monarşi ve ulusal baskıya vs. karşı proleter ve yarı-proleter geri kitleler harekete geçmeden düşünülebilir olduğunu sanmak, sosyal devrimden vazgeçmek demektir. Sanki bir yerde bir ordu toplanacak ve 'biz sosyalizmden yanayız' diyecek bir başka yerde toplanan bir başka ordu da 'biz emperyalizmden yanayız' diyecek ve bu sosyal devrim olacak! İrlanda ayaklanmasına 'darbe' diye küfretmek ancak böyle ukala ve gülünç bir bakış açısıyla mümkün olabilirdi.” (Lenin Seçme Eserler Cilt: VI. S.341/342)

“Avrupa’da sosyal devrim, bütün ezilenlerin ve hoşnutsuzların kitlesel savaşının patlak vermesinden başka türlü olamaz. Küçük burjuva kesimler ve geri işçiler kaçınılmaz olarak ona katılacaktır -böyle bir katılım olmadan bir kitle mücadelesi, genelde hiçbir devrim mümkün değildir ve yine kaçınılmaz olarak harekete önyargılarını, gerici hayallerini, hata ve zaaflarını taşıyacaklardır. Fakat nesnel olarak bunlar sermayeye saldıracak, ve devrimin sınıf bilinçli öncüsü; kitle mücadelesinin çeşitliliği, uyumsuzluğu, renkliliği ve görünüşte parçalanmışlığı nesnel gerçeğini ifade eden ileri proletarya, bu hareketi koordine etmeyi ve yönlendirmeyi, iktidarı ele geçirmeyi, bankalara el koymayı, herkesin (değişik nedenlerle de olsa!) nefret ettiği tröstleri mülksüzleştirmeyi bilecek ve bir bütün olarak burjuvazinin yıkılmasına ve sosyalizmin zaferine, küçük-burjuva yumuşakçalarının bir vuruşuyla ‘yerine getirme’nin mümkün olmadığı bir zafere yol açacak başka diktatöryal önlemler uygulayacaktır.” (Age.S.342)

Hele de Türkiye ve Kürdistan gibi proletaryanın nüfusun azınlığını oluşturduğu ülkelerde proletarya dışındaki ezilenlerin mücadelesine dudak bükenler için tabii ki, sosyal devrim bir hayal olarak kalmaya yazgılıdır. Ama Marksizm ve sosyalizm adına, proletaryanın öteki ezilenlerin mücadelesine ve yazgısına seyirci kalmasını vaaz edenlerin proletaryanın komünist öncüsünü yaratabilmesi de olanaklı değildir. Çünkü proletarya ile öteki ezilenler arasında o kadar çok ilişki ve etkileşim vardır ki, proletaryanın öteki ezilenlerin mücadelesine seyirci kalması olanaksızdır.

Kuşkusuz, Marksist Leninist komünistler Lenin’in yolundan yürümektedirler. Bu gerçeğin altını çizmek bakımından Marksist Leninist Komünist Parti'nin (MLKP) Kuruluş Bildirgesi’ne başvurmak her halde anlamlı olacaktır:

“Kazanılan birlik mücadelesi, yaşadığımız ülkede işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin iğrenç saltanatına indirilen bir darbedir. Devrim mücadelesini vahşi bir terör yoluyla, kelle ve kulak avcılığı metotlarıyla ezmeye çalışan; komünist ve devrimcileri teslimiyete, burjuva yasalcılığa zorlayan faşist diktatörlüğe bir meydan okumadır. Çünkü, birlik zaferini elde eden komünistler daha büyük zaferler için tek yumruk haline geldiler. İşçi sınıfının, gençliğin ve tüm ezilenlerin kavgasını örgütlemek, onun başına geçmek ve savaşın en amansızına atılmak için birlik silahını kuşandılar.” (abç)

“Birlik Kongremiz, işçi sınıfını, Gebze Belediyesi ve Aras Kargo'daki kardeşlerinin çaktığı kıvılcımı gür bir ateşe ve büyük bir yangına dönüştürmeye, diktatörlüğe karşı mücadelede tüm ezilenlerin başına geçmeye çağırır.”(abç)

“Birlik Kongremiz, tüm ezilenleri, işçi sınıfının önderliğinde çoğunluğun egemenliğine dayanan, sömürünün, işsizliğin, evsizliğin eğitimsizliğin, hastane kapılarında sürünmenin, ulusal zulüm ve ayrıcalıkların, cinsel baskı ve eşitsizliklerin ortadan kaldırılacağı, kişiliksizleşmenin, insan kirlenmesinin önleneceği, fuhuşun, dilenciliğin, serseriliğin yok edileceği, doğal ve tarihi çevrenin tahribinin derhal sona erdirileceği, işçi sınıfı demokrasisinin uygulanacağı sosyalist topluma geçmek için antiemperyalist demokratik devrim uğruna mücadeleye atılmaya, bu savaşımın öncüsü ve savaş kurmayı olan MLKP-K saflarında birleşmeye çağırır. ” (abç) (TKİH-TKP/ML HAREKETİ Birlik Kongresi Duyuru ve Çağrısından)

Marksist Leninist Komünist Parti, proletarya dışındaki ezilen sınıf ve tabakalar sorununda da Lenin'in yolundan yürüyor. Program ve strateji belgelerinin gerçekliği olduğu kadar kuruluş anından itibaren bütün varlığı da bunu doğruluyor. Hatta rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu onun Marksizm, sosyalizm ve devrim iddialı diğer yapılar karşısında en güçlü ve üstün yanlarından birisidir. Proletarya dışındaki öteki ezilenler ve proletaryanın onlarla ilişkileri sorunu birleşik antiemperyalist demokratik devrimimizin en kritik konusudur. Bu bakımdan özellikle Kürt ulusal sorununun yaşamsal ve belirleyici öneminin altını çizmeliyiz. Kürt ezilenlerinin ulusal demokratik hareketi ve ezilen Alevi inancın mensuplarının demokratik hareketi ve tabi ki, demokratik kadın hareketi, antiemperyalist demokratik devrimde proletaryanın müttefikleridir. Emperyalizme, işbirlikçi tekelci burjuvaziye ve faşist diktatörlüğe karşı savaşımda proletaryanın bütün bu hareketlere önderlik etmek gibi muazzam bir devrimci görevi vardır.

Emperyalizm ve günümüz emperyalizmini tanımlayan emperyalist küreselleşme, bırakınız bizim gibi ülkeleri, Amerika ve diğer emperyalist ülkelerde proletarya hareketinin yanı başında ezilenlerin başkaldırılarını ve hareketlerini açığa çıkartmaktadır. Yani, bizzat emperyalist merkezlerde olmaktadır bu. Amerika/Los Angeles’deki siyahi ayaklanma ya da Fransa/Paris varoşlarındaki göçmen ayaklanmaları, ABD’de İspanyol göçmenlerin kitle hareketi vb. dikkat çekici örneklerdir. Emperyalist küreselleşme karşıtı hareketi, savaş karşıtı hareketleri de ezilenlerin hareketleri içerisinde görebiliriz. Fransa’ya baktığında öğrenci gerçliğin boykotunu, onu destekleyen işçi sınıfının genel grevini gören, ama Paris varoşlarını tutuşturan göçmen başkaldırısını görmeyen ve proletaryanın görüş alanı içerisine almayan ve keza emperyalist küreselleşme karşıtı hareketi ve savaş karşıtı hareketi görmeyen ve proletaryanın görüş alanı içerisine almayan bir Marksizm, iktidar görüş açısından yoksun, görüş alanı kör denecek denli dar bir ucubeden ibaret olur.

Proletarya ve onun komünist öncüsü diğer ezilenlerin hareketlerine karşı asla ilgisiz kalmamalı, kim egemen sınıfların ve dünyanın emperyalist efendilerinin baskısı ve zulmüne uğruyor olursa olsun, egemenleri duraksamadan protesto etmeli, keza ezilenlerin, aşağılanıp horlananların haklarını savunmak için mücadeleye atılmada asla tereddüt etmemelidir. Proletarya ve komünist öncüsü, ezilenlerin egemenlere karşı demokratik mücadelesini desteklemekle kalmamalı, ezilenlerin demokratik hareketinin açığa çıkartılmasına önderlik etmeli ve ezilenlerin demokratik hareketlerinin başına geçmeli, önderliğini üstlenmelidir.

O’nda sınıfsal perspektif kaybı görenlerin sandığı gibi, ezilenler kavramı sınıfsal muhtevadan yoksun da değildir. Çünkü, ezen-ezilen ayrımı ve çelişkisinde, daima bir egemenlik ve bağımlılık ilişkisi gerçekliği verilidir. Ezen-ezilen ayrımının özsel bakımdan eşitsizlik ve adaletsizlik gerçekliğini içerdiğinin reddi anlamına gelir, ezilenler kavramının sınıfsal içerikten yoksunluğu tanı ve iddiası. Oysa tarihin hangi döneminde olursa olsun, egemenlik daima sınıfsal bir egemenliğe çıkmaktadır. Baskı, aşağılama ve ezme daima çağın, dönemin egemen sınıfının damgasını taşımaktadır. Demek ki, ezilenlerin hareketi egemen sınıfa yönelmiş olduğu içindir ki, tarihsel olarak egemen sınıfa karşı mücadele eden temel sınıfın işini kolaylaştırmaktadır. Egemen sınıfa yönelmiş olması ve keza ona karşı mücadele eden temel sınıfın işini kolaylaştırması sınıfsal değilse, nedir!

Emperyalizm/kapitalizm koşullan altında diğer ezilenlerin mücadelesinin emperyalizme ve sermaye egemenliğine yöneldiğini bilen devrimci proletarya, ezilenlerin mücadelesini desteklemekte tereddüt etmeyecek, duraksamadan bu hareketlerin başına geçerek emperyalizmi ve sermaye egemenliğini yere sermek için bütün gücüyle mücadele edecek ve kuşkusuz, bu hareketlerinin zaafları ve gerici yanlarıyla mücadeleyi de ihmal etmeyecektir.

20. yüzyılda yaşanan toplumsal devrimlerin hiç birinde işçi sınıfı, iktidarı tek başına alamadı. Bir başka ifadeyle, işçi sınıfının gücü iktidarı tek başına almaya yetmedi. Bunlar, gelişmiş kapitalist ülkelerde zafere ulaşan devrimler değildi. Devrimlerin gerçekleştiği ülkelerde işçi sınıfı, en iyi durumda büyük bir azınlıktı. Peki, işçi sınıfı iktidarı almak için ne yapmalıydı? İşçi sınıfının öncüsü ne yapmalıydı? İşçi sınıfı, kapitalizmin gelişmesini bekleyerek ve hatta kapitalizmin gelişmesini destekleyerek çoğunluk haline gelmeyi mi beklemeliydi?

Oysa kapitalizm koşullarında mücadele eden, kapitalist egemenlik sistemi ile sorunlu olan yalnızca işçi sınıfı değildir. Kapitalizmle sorunu olan başka ezilenler de var, hatta başka sömürülenler de. İşçi sınıfı özellikle de kapitalist gelişmişlik bakımından geri olan ülkelerde ancak diğer ezilenlerle birlikte çoğunluk oluşturabilmekte ve ancak diğer ezilenlerin gücüyle kendi gücünü birleştirdiğinde sırtını emperyalizme dayamış sermaye egemenliği düzenini yıkabilmektedir. Demek ki, işçi sınıfı ile diğer ezilenler arasındaki ilişki sorunu, iktidar sorununun bir görünümüdür. Özsel bakımdan proletaryanın iktidarı alma perspektifinin olup olmamasına denk düşer. Böyle olduğu içindir ki, öteki ezilenlerin mücadelesine burun kıvıran işçicilik ve en hasından su katılmamış toplumsal devrimcilik, bir iktidarsızlık durumudur.

İşçi sınıfı öteki ezilenlerin öncüsüdür. Dünyanın bütün Marksist doktrinerleri ayağa fırlasa da bu böyledir. Emperyalizm ve sermaye egemenliği düzeni ile çatışan öteki ezilenlere öncülük ve önderlik etme iddiası olmayan bir işçi sınıfı, yani bütün bakışını kendisine çevirmiş bir işçi sınıfı, bakar kör ve bencil olmaz mıydı! Kör ve bencil bir sınıf, sosyalizmi kurabilir mi? 'Allahtan' ki, işçi sınıfı, doktrinerlerin onu köreltme ve bencilleştirme çabalarına karşın kör ve bencil değil! Körlük ve bencillik en çok küçük burjuvaziye denk düşen özelliklerdir.

İşçi sınıfı bütün öteki ezilenlerin öncüsü ve önderi olabilir; çünkü kaybedecek bir şeyi olmadığı için yalnızca o emperyalizm ve sermaye egemenliği ile mücadelede sonuna kadar, yani onları yıkıncaya kadar ileri gidebilir. Çünkü, üretim içerisinde tutuğu yer nedeniyle birlikte hareket etme, örgütlenme ve disiplin yeteneği bütün diğer ezilenlerden üstün bir niteliktedir. Çünkü yalnızca o bilimsel bir öğretiye sahiptir. Bilimsel sosyalizm gibi biricik devrimci öğretinin sahibidir. Çünkü, yalnızca o, mülkiyetle bağlarını kopardığı için bencil değildir, öteki ezilenlerin demokratik talepleri için en kararlı biçimde mücadeleye atılabilir. Bütün bunlar nedeniyledir ki, işçi sınıfı bütün öteki ezilenlerin öncüsüdür.

Peki, işçi sınıfı diğer ezilenleri kendi alternatifine çağırmalı mıdır? Çağırırsa ne olur?

İşçi sınıfı diğer ezilenlerle kendi sosyalist programını unutarak, bir kenara atarak mı ilişkilenmeli, ittifaklar kurmalıdır? Ya da proletarya, özgürlük mücadelesinde sosyalist kimliğini terk mi etmelidir?

Proletarya sermaye egemenliğine karşı bütün öteki ezilenlerin demokratik taleplerini desteklerken asla sosyalist kimliğini terk etmez. Bilakis emperyalizm ve sermaye egemenliğinin aşağılayıp, ezdiği toplumsal sınıf ve katmanları olduğu gibi, ulusal vb. toplulukları da kendi sosyalist hedeflerine bağlanmaya çağırır ve çalışır. Burada bu hareketlerin homojen olmayan sınıfsal yapısını gözden kaçırmak şurada kalsın tam tersine onların karmaşık toplumsal yapısı çok güçlü bir biçimde göz önünde tutulmaktadır. Çünkü ezilenlerin demokratik hareketleri söz konusu oldu mu, toplumsal bileşimi homojen olmayan bu hareketlerin kitle tabanını sömürülen yığınlar oluşturur. Demek ki, Marksist Leninist komünist öncü bir yandan ezilenlerin demokratik taleplerini ve hareketlerini duraksamadan destekler, ama aynı zamanda hem bu hareketlerin geniş sömürülen tabanını kendi saflarına, sosyalizm için mücadeleye katılmaya çağırır ve hem de bizzat ezilenlerin demokratik hareketlerini de sermaye egemenliğini yıkmaya ve kendi sosyalizm perspektifine bağlamaya çalışır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi